israil bu dunyanin apandistidir

| 29 Ocak 2009 Perşembe

Bilirsinizki insanın sindirim sisteminde bulunan organlarımızdandır bağırsaklarımız. İnce bağırsak ve kalın bağırsak vücuda giren yiyeceklerin emilimini sindirimini sağlayarak vücuda büyük katkısı olan aynı zamanda da geri kalan işe yaramaz posayı ve üre'yi vücuttan atarak faliyet gösterir. Gelin görün ki bu bağırsaklarda birgün bir ağrı hissedersiniz ki acıdan sizi zıplatır. yerinizde duramazsınız. işte o ağrının sebebide apandisttir. bağırsakların bir parçası olan apandist baş parmak kadar birşeydir ve vücuda bilinen bir faydası yoktur. Zamanı gelincede kurulmuş saatli bomba gibi vücuda acı vermeye başlar. ya aldırır kurtulursunuz ya da patlar sizide öldürür.

israil denilen ülke (devlet demeye dilim varmıyor) dünyanın apandistidir. sürekli acı , sürekli keder , sürekli bir ızdırap veriyor. daha dünyaya faydalı olabilecek birşeyleri yok. ancak verdikleri acı had safhada..

dunya gun gelecek oyle bir ayrımda kalacak ki , ya bu apandisti kesip atacak , ya da atacak.. baska bir carenin kalmadigi o gunde gelecek..

Diyet 1

| 28 Ocak 2009 Çarşamba

Beni tanıyan arkadaşlar varsa az çok bilirler , vurdum duymaz , umursamaz , dünya yansa umrumda değil tarzı bir adamımdır. Bu nedenledir ki uzun bi süredir üzerimde olan fazla kilolar için dertlenmiş , tasalanmış değildim. Aslında endişelenmem içinde net bir sebep yoktu. zira kilonun bende engellediği birşey yok. Koşmaksa koşmak yürümekse yürümek , hayatın her deminde bulunmuş ve kilo bende pek bişeyi engellemiş değildi. Ancak ahir ömrümüzün son 5 ayı evlilikle geçti aslında kilo evliliğimde de herhangi bi sorun teşkil etmiyordu ancak herhalde evlilik benim düşünce sistemimi değiştirmiş olacakki artık umursamaz değildim bu konuda.

Başladım kilo vermek için neler yapabileceğimi araştırmaya ,

Öncelikle yemesi içmesi düzenli olmayan birisi olarak diyet olayının bana pek öyle cazip geldiğini söyleyemem. diyet olayını rafa kaldırdım ve başladım araştırmaya,

Önce karşıma zayıflama ürünleri çıktı. İsmi lazım değil ama işte meyve suyuna karıştırılan , yemek yerine içilen bebek maması kıvamında olan çeşitli ürünler , bu ürünlerin satıcılarına , onların yoğun baskı ve telefon yağmuruna , asla aldırmayın . Zira bu ürünlerin bitkilerden elde edildiği bilgisini size vereceklerdir. ancak siz aldırmayınız zira hiçbirşeyin sureti yada kopyası , aslının yerine geçemez.

Şimdi neymiş efendim zayıflatan lahana kapsülüymüş , elma kapsülüymüş ithalmiş bilmem kaç kilo verdirmesi garantiymiş. burada kafamızın takılacağı 2 husus var. Efendim belli bi aşamadan sonra kapsül haline gelen işlenen ürün kilo verdiriyorsa , bunun ana maddesi olan lahanayı yada elmayı doğrudan tüketin. Dediğimiz gibi hiçbirşeyin kopyası aslından daha faydalı olamaz. Hem böylece en sağlıklı olan şeklini tercih etmiş olursunuz. kaldıki ayda şu kadar kilo verdirmesi garanti diye birşeyin kesinlikle doğru olmadığını düşünüyorum. Tamamen müşteriyi çekmek için para tuzağı , Zira dünya üzerinde 7 milyara yakın insan yaşıyor , her birinini metabolizma hızı farklı , hormonal dengesi farklı , vücud tipi farklı , şimdi sen kalk öyle bir ürün yap ki bunca farklılığa rağmen herkesde işe yarasın ? mantıklımı ? bence değil. Adam vardır 100 kilo adam vardır 70 kilo birinin metabolizması otoban gibi çalışıyordur diğerininki patika yol gibidir işlemiyordur yada çok yavaştır. birinin mide , karaciğer , bağırsak emilimi yüksektir çok kilo alır. diğerinin yavaştır almaz. işte onun için karşınıza gelen web sayfalarında yada çeşitli ilanlarda verilen bilmem kaç kilo şu kadar günde garanti gibi reklamlara aldanmamanızı tavsiye ederim. Zira WHO'ya göre (dünya sağlık örgütü) vücudun %10 u kadar kilonun 6 ayda verilmesinin en sağlıklı ve sağlık etiğine uygun olan uygulama olduğu belirtiliyor.

Dediğim gibi bu zayıflama ürünlerinden de ümidi kestikten sonra başka yollar aramaya devam ettim. Karşıma gelen bir diğer alternatif ise , mide kelepçesi yada mide balonu denilen cerrahi operasyon , Bu operasyonlarda da en büyük cazibe diyet vs. gibi aktivitelere gerek kalmıyor olması ve bu beni çekti açıkcası boğaz düşkünlüğümde olduğundandır herhalde ki diyet bende tam bir kabus etkisi yapıyor(du) diyet kelimesini duysam tüylerim diken diken oluyor(du). açık konuşmak gerekirse bu mide balonu & mide kelepçesi olayından vazgeçmemin bir nedeni de cerrahi operasyon niteliğinde olması , bu yöntemi tercih eden gerek hekim hatasından gerekse kilo verme olayında vücudun deforme olmasından dolayı hayatını kaybedenlerin mevcudiyetini öğrenmiş olmamdı. Kaldı ki olayın ekonomik maliyetini hiç mevzuya dahil bile etmiyorum.Bu yönteminde mort olmasından dolayı arayışlarımız devam etti.

Nihayet iş yerinden bir arkadaşım eline geçen bir broşürde , liposuction , mls , gibi alternatiflerin bulunduğunu söylemesi ile , zaten bizede yakın olan bu yere bilgi almaya gittik. Liposuction pek cazip gelmedi. bi nevi cerahi operasyon sayılıyor neticede. Orada başka alternatiflerin olduğunuda öğrendik , mesela göbeğinizin hemen altından 10 cm bir kesik açılarak vücuddaki tüm fazla kiloya sebep olan yağların bir kerede alındığı bir yöntemden daha bahsedildi .ancak bunada sıcak bakmadım çünkü , bünye bütün kilolardan bir defada kurtulacak , sonuçta ne olursa olsun buna adaptasyon sorunlu olacak , yemenize dikkat etmezseniz tekrar kilo alacaksınız buda bize hitap etmedi. tam bize hitap eden bir yöntem bulduk ki bu yöntem MLS , bu yöntemle verilen kilonun geri alınmayacağı garanti ediliyor , ama bu yöntemde biraz pahalıya geliyor. Neyse birazda şansımızla MLS olacağımız yer olan esteworld'un kampanyasına denk gelmemiz (ilk bilgi aldığımız tarihten 2 ay sonra kampanya başladı) ve birazda pazarlıkla makul bir fiyata anlaştık. ancak bu seferde karşımıza BMI engeli çıktı. Vücud kitle endeksi %30'un üstünde olanlarda bu yöntemin riskli olduğu ve bu yöntemin BMI oranı %30'un üstünde olanlara uygulanamayacağını öğrendiğimde mini bir şok yaşadım aslını isterseniz.

Ve nihayet BMI oranını %30'a indirmek için kaçtım kaçtım ama sonunda diyete yine yakalandım razı oldum. ve aslında kendime ait bir tabunun yıkılmasıydı bu denilebilir.

Zira sanıyorum ki , biz bir millet olarak diyeti yanlış biliyoruz ve bundan korkuyoruz. en azından kendi adıma konuşayım ben öyle sanıyordum.

Esteworld'de diyetisyenim Fatma hanım bu tabumu yıktı diyebilirim. Zira diyete başlamadan önce yediklerimden daha fazlasını yiyeyek diyet yapiyorum , kesinlikle aç kalmıyorum ve hatta tıka basa yiyiyorum. şu ana kadar 3 haftada 7 kilo yağ erittim.

Özellikle 7 kilo yağ erittim diyorum , 7 kilo verdim demiyorum. Çünkü vücudda sadece et ve yağ yok. dolayısı ile düzensiz ve kontrolsüz bir diyet vücuddan su atarak , sizi kilo verdiğiniz yanılgısına düşürebilir. ancak dediğimiz gibi vücuddan su çıkmasıda istenen bir durum değil. su miktarının yüksek olması gerekiyor.

Yarın , size 3 haftalık diyet maceramdan , sonuçlarından , psikolojik etkisinden , bahsetmeye çalışacağım , şimdilik müsade ;)

Bonsai agacinin insana dusundurdukleri..

| 24 Ocak 2009 Cumartesi


Kim ne derse desin , bence hayatta en güzel şey yeşil bir bahçenin orta yerinde geçirilen çocukluktur. Çocuk olmanın dayanılmaz hafifliği , kuş sesleri , taze meyveler , gölgeler ve ışığın ağaç dalları yaprakları arasından usulca birer ince sütun gibi sessizce uzanması ve toprağa değmesi çocukken farkedilemeyen ancak büyüdüğümüzde birer nimet olduğunu idrak edebildiğimiz o tatlı anlar..
Kimimiz bu tatlı anların tadını çıkardı , kimimiz o anları farkedemedi belki kimilerimizde var ki hiç o ortama erişemedi. ama her ne şekilde olursa olsun artık çok uzağındayız o günlerin. Şahsen ben özlemiyor değilim işte bunun içinde , eve ufak ufak nebatatları yığmaya çalışıyoruz. Önce IKEA'dan vazoda yetiştirmek için ve bakımı kolay olduğu için 2 adet bambu aldım. ve ciddende bakımı kolay. Suya koyuyorsun başkada bişey yapmıyorsun.. en azından 2 ay kadar :) 2 ay sonra bambulardan bir tanesi sararmaya başlarsa ki başlıyor :) işte o zamanda suçu eşinize atıyorsunuz :) iş yerinden bi yığın ot getirdin saksıya ekecem diye ama tuttun bambuların yanına koydun 2 ay oldu daha bunları ekemedin benim bambularımın hayat hakkına kastediyor bunlar diye bir vaveyla kopartıyorsunuz , bambu bu sesleri duyunca anında yeşermiyor ama siz suçluluk hissinden kurtuluyorsunuz :) Şaka bir yana bambunun bir tanesinin sararmaya başlamış olması bana kalırsa soğukta kalmış olmasından , ve en azından koyduğumuz yerde güneşten uzakta olmasından olabilir diye düşünüyorum. Yarın ilk işim , bambunun suyunu değiştirmek , yerini değiştirmek ve sararan yapraklarını budayarak yeni çıkacak olan yapraklara güç sağlaması açısından mini bir budamaya gitmek olacak..
İşte bambularla bu macerayı yaşarken , yine bir akşam IKEA'dayız ufak tefek tabak çanak vs. alıyoruz. Derken ahanda orada işte.. Bonsaiiiii :) işte kendimden geçtiğim an o andır.. çünkü ne zamandır bir bonsai almayı aklıma koymuş arama tarama işlemlerine girişmiş ancak istediğim sonucu alamamıştım. ya 90-100 milyon fiyat çekilmiş bende resti çekmiştim . Ya da karşıma bonsai diye koydukları şey çürümüş bir gövdeden mütevellid yaprakları solmuş ve çiçekçinin elimden çıkarayımda kimin elinde kalırsa diye kurtulmak istediği bir saksı ve içerisinde bulunan bir miktar dal yaprak vesaireden oluşan yeşillikti.
ve derken IKEA'da tam istediğim cins olmasada bir bonsai buldum fiyatıda uygundu ( 19,95 TL ) ağacın resmini buraya şu an koyamıyorum ama ileride kısmetse koyabilirim :) Evet nihayet muradıma ermiş olarak eve dönüş yolundaydık ve bonsai elimizdeydi oysa o an bile çok şey düşündürdü.
Küçükken biz ağaçların dallarında sallanırdık. otururduk meyve toplardık. Oysa ki şimdi ağaç bizim elimizdeydi bir karıştı. insanlar bir alem , dağlar bir alem , kuşlar bir alem ve nasıl ki taşlar bile kendileri bir alemse işte ağaçlarda öyle bir alem. Bir ormanda bakarsın öyle bir devasa ağaç ki 20 kişi kucaklarını açıp sarılsa gövdesini saramaz , bir bakarsın başka bir ağaç ki bir elinde taşırsın saksıyla beraber tamamı 1 kg etmez. Buna denilebilirmi ki bu evrimdendir ? eğer evrim olsaydı bonsai istermiydi 20 cm boyunda olmayı.. ve buna razı olurmuydu. Şuuru olmadığı halde ? oda büyümek gelişmek için mücadele etmezmiydi , eğer evrim olsaydı. Hani darvin türlerin kökeni kitabında , doğal seleksiyondan bahseder buna göre zayıf ve aciz olanlar elenecek güçlü ve dinç olanlar yola devam edecektir. Bediüzzaman ise bunun aksini ispat eden şu örneği verir ölümsüz eserinde " Nasıl ki her canlı rızkını arar ve bulur sonrada yer , işte öyle canlılar vardır ki ne rıskını arayabileceği bir gözü nede rıskını almaya gidebileceği bir ayağı yoktur da Allah o canlıları herhangi bir nimetin en güzel yeri ile idame eder. Bakınız elmanın yada herhangi bir gıdanın içinden çıkan kurtçuklar"
Bir koca çınar ağacı düşünün kü köklerini salmış yerin metrelerce altına minerallere , suya , ve ihtiyacı olan şeylere ulaşıyor , rızkını kendisi avlayan aslan , kaplan ve sair hayvanlar nasıl havanlar aleminin büyükleri ise ağaçlar aleminde de çınar ağacı o büyüklüğe tekabül eder ki kökleri metreleri bulur. kendisi de toprağın üzerinde metreleri bulur dalları ile haşmetli bir duruşu vardır. ve o ağaca bakanlar o ağacında birşeylere muhtaç olabileceğini düşünmez öyle bir intibaı vardır ki çınar ağacının insan hiçbirşeye ihtiyacı olmadığını sanar. Birde sonra siz bonsai'yi düşünün hepi topu köküyle gövdesiyle dalıyla yaprağıyla 20 cm.. nerede metrelerce boyu olan çınar nerede bonsai öyleki bonsai'nin doğada yaşaması bile imkansız olması gerekirdi darvin haklı olsaydı çünkü ne bonsainin diplere inip suya minerale ulaşabilecek kökleri var ne de kendisinden çok daha büyük ağaçların ve bitkilerin yanında yaşama şansı var. Bonsai'nin varlığı bile gösterir ki nasıl Allah kendilerini savunacak bir silahı , zırhı yada korunağı olmayan varlığın en acizi olan elma kurdunu bile nimetlerinin en güzel yeri ile rızıklandırıyor. İşte öylede ağaçların en küçüğü olan bonsaiyi beşeratın hanesinde bir saksı içerisinde yetiştirtiyor ve alemin en şereflisi olan insanın eliyle belkide ağaçların en zayıfı olan bonsai ağacını yetiştirtiyor. İnsanın içine vermiş olduğu ağaç ve yeşillik sevgisi sayesinde ise eşrefi mahlukat olan insan , ağaçların en zayıfı ile mutlu oluyor. onu yetiştirmekten zevk alıyor.
Eğer evrim olsaydı ağaçlar önce dallarını el gibi kullanmayı , sonrada bir dil edinip bas bas bağırabilmeyi öğrenirlerdi. ve hatta köklerini ayak gibi kullanabilmeyi. Zira birisi elinde balta ile ağacı kesmeye geldiğinde kendisini dalları ile savunamaz ağaç ama evrim olsa bunca yıldır bunu öğrenmesi ve buna uyum sağlaması gerekirdi. bir diğer yönden bir ağzı dili olsa diğer ağaçlardan yardım isteyebilirdi. yada hiç olmadı köklerini çıkartır koşar adım oradan kaçardı. ama bakınız siz elinizde balta ile ormana giriyorsunuzda bir başınıza binlerce ağaçtan dilediğinizi kesiyorsunuz ne bir ah diyebiliyorlar, ne de kaçabiliyorlar. öylece bekliyorlar. siz onları o an acı çekmiyorlarmı sanıyorsunuz.. Şüphesizki her nefisin ölümü tadacağını bildiren ayet onlar içinde geçerli ve onlar sessizce ölümü tadıyorlar.
Hiçbir insan bir ağaç kadar sessiz ölemez. Ama bir çok insan gölgesinde dinlendiği , meyvesini yediği ağacı daha yeşilken kesecek kadar nankör..
Düşünsenize , ağaç ne sizi gölgesinde dinlendirdiği için , ne de meyveleri ile beslediği için sizden bir ücret talep etmiyor. eğer şuur sahibi olsaydı ve hatta evrim olsaydı bunu size karşılıksız verirmiydi ? Evrim ki kişisel çıkarların en ön planda olduğu bir varsayım, teori , bu teori gerçek olsaydı ne dalından bir meyveyi toplayabilirdin. nede bir ağacın altında dinlenebilirdin. ama insan ağaca bir ücret ödemediği gibi sadece tablacılık ve aracılık vazifesi gören taşıyan hammala ve manava bir ücret ödüyor.. Demekki üreten ağaç bunu bir çıkarına binaen yada bir düşünceye binaen değil fıtraten yapıyor. Öyleki ne yapacağı hakkında ağacın işlemcisi daha tohumdayken işleniyor. tohum ağaç olduğunda , meyvelerinde bulunan çekirdekleri kendisi gibi binlerce ağacın tohumu olmak vazifesi ile programlanmış oluyor. İşte onun içindir ki
Bir tohum = Bir ağaç = Bir Orman..

Yeni Bir Siyasi yüz..

| 19 Ocak 2009 Pazartesi

Sabah gazetesi yazarlarından Engin Ardıç'ı çok düzenli okumasamda haber sitelerinde yada bir vesile ile önüme gelmişse gazete mutlaka bi göz atarım. Aslında adama çoğu konuda hak veriyorum. mesela dünkü yazısı şahaneydi.

Engin Ardıç dünkü yazısında kötü adamlara yol gösteriyor. AKP'den kurtulmak istiyorsanız öyle kapalı kapılar ardında laga luga yaparak bu iş olmaz. Sıkıyorsa şayet bir parti kurarsın , bir lider bulursun , diksiyon sahibi halk tarafından sevilen ve partin sahaya iner. seçimlere katılır halka kendisini tanıtır. İnsanları ikna eder ve ülkeyi AKP'den daha güzel yönetebileceği hususunda ışık verir ve AKP ancak böyle safdışı kalır diyor özetle yazarımız Engin Ardıç . 
Ben bugün biraz bu yazı üstüne düşündüm cidden zor iş ancak heptende imkansız değil. mesela AKP'yi sevmeyen güruh bir parti kursa diyeceğiz ama onlarca parti kuruldu sonuç maafiş. Yaşar Okuyan'ın HAKPAR'ından , Yaşar Nuri'nin HYP'sine Mümtaz Soysal'ın BCP'si , Cem Uzan'ın Genç Partisi , Doğu Perinçek'in İP'i en çok göze batan AKP karşıtlarıydı ancak havalarını aldılar. Ateşli söylemleri karalamaları , demokrasiyi sadece kendilerine biçmeleri nedeniyle başkalarına demokrasi hakkı tanıyan AKP'yi yok etmek istemeleri bu nedenleydi çünkü demokrasi ve özgürlük sadece onlara özgü olmalıydı . onlara göre AKP kara türk'ün partisiydi ve halka beyaz türklerin sahip oldukları hakları vaad ediyor ve bu yönde eylemler ortaya koyuyordu ve bu açıkça memnuniyetsizlik demekti. ve AKP'yi durdurmak için en bilinen ve kendilerinin ustası olduğu en iyi bildikleri yolu seçtiler katakülle ! darbe dediler olmadı , kapattırmaya çalıştılar olmadı, şimdi ise Ergenekon soruşturması üzerinden bindirmeye çalışıyorlar AKP'ye nida ise çok aşina ve belli neymiş efendim ömrünü memleket hizmetinde geçirmiş paşalardan , devlet görevlilerinden terör örgütü mensubu olmaları beklenemezmiş bu AKP muhaliflerini sindirme hareketiymiş. Neden olamıyormuş ? paşa olunca bir insan tövbe haşa peygambermi oluyor ki kusursuz olsun ! Anayasanın 10. maddesi herkes yargı önünde eşittir eşit muamele görür diyor. ama siz öyle demiyorsunuz siz herkes kanun önünde eşittir ama paşalar ve bize yakın olanlar hariç diyorsunuz. 
Bir dönem Ergenekon'a şiddetle karşı çıkıp silah olmadan nasıl darbe yapılacak diye bas bas bağıranlar şu aralar ortaya çıkan cephanelerden sonra oldukça dut yemiş saksağan modundalar. Cephaneler kimlerden çıktı görevde olan yarbaylardan emekli olan emniyet müdürlerinden, yani emekli olsa paşa lakabıyla anılacak ve tanınacak kişilerden üstelik başbakan'a suikast planı dahi bulundu. Şimdi sen kalkacaksın diyeceksin ki bu insan ömrünü üniforma altında vatana hizmetle geçirdi bundan terörist olmaz. oldu öpüp o güzel yanaklarından bide başımızın üstüne koyalım bari. bulunan lav silahlarıda pul koleksiyonu niyetine artık.. içinde çiçek yetiştiririz hatıra olsun.. öylemi ? Nedense benim bu düzmece ört bas etme olayını hiç yiyesim yok. 
Neyse işte AKP'yi devirmek isteyenler bu güruhun mensupları. (dillerinde memleket Atatürk bayrak edebiyatı ki kendilerinin bu değerleri bile anladığını düşünmüyorum bana kalırsa sadece arkasına saklanıp kendilerini bu değerlerin getirdiği nimetlerin yegane sahibi sanıyorlar.İşte ortak çıkmasınıda bunun için istemiyorlar.) ve bu güruh AKP için her yolu denedi ama çözüm bulamadı. ve neyseki artık CHP'ye alternatif bir lider adayları var ve Engin Ardıç'ın bahsettiğimiz yazısındaki o öngürüyü yerine getirebilecek tek kişi bencede o . Gerçi Ergenekon'un avukatlığına soyunmuş olan Baykal avukatlıkta kendisi ile yarışacak birisini gördüğü için üzülürmü yoksa sevinirmi bilemesekte bizim karanlık amcalara lider adayı önerimiz 


zaten partiside hazır sayılır. YARSAV başkanıydı . YARSAP yap sen bunu Yargıçlar Savcılar Partisi olsun bunun adı. sonra YARSAP'ı papatya çiçeği gibi düşünelim öyle papatyalı falan bi amblemi olsun bu partinin. Sonra ekranların karşısına elimizde bir papatya ile geçelim seviyor sevmiyor yapalım. SAP'ınıda saydığımızda seviyor çıkmışsa oylarımızı eminağaoğluna verelim.

Ondan daha iyisinimi bulacağız. 

Askerden kaçmak için sahte çürük raporu onda (eşinin genelkurmayda çalişiyor olmasının kanaatimce bu işte hiiç etkisi yok)

Medya zaten arkasında DTP başkanı nurettin demirtaş'ın asker kaçağı olduğunu bas bas bağırarak haber yapan malum medya nedense YARSAP genel başkanı eminağaoğluna hiç ilişmiyor. dolayısıyla diyebilirizki sayın genel başkan medyayıda yanına almış. ne kaldı geriye yerel teşkilatlar. 

ondan sonracıma bir diğer husus askerle arası iyi. az öncede belirttiğimiz eş durumundan asker'in eniştesi sayılır. dolayısı ile asker için eminağaoğlunun seçilmesi güzel bile sayılabilir. böylece iktidar aile içinde kalacaktır.

TÜSİAD fln bu işe ne der ? valla doğan medya sahiplenmişse Aydın doğan'ın kızı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın başrollerinde bulunduğu tüsiad denilen dernek öperde başının üstüne koyar böyle cici başkanı.

Kaldıki eminağaoğlu , ergenekon mevzusunda utanmadan soruşturmaya o güzelim burnunuda sokmuştur. Sabih Kanadoğlunun evi yasal bir şekilde aranırken gitmiş evde arama esnasında bulunmuş belkide yargısal süreci etkilemiş sonrada medya karşısına çıkıp basın toplantısı düzenlemek suretiyle alenen ve nefret kin dolu bakışlarıyla yargıya saldırmıştır. ve bunu yaparken üzerinde YARSAP başkanı olması suretiyle Savcı cübbesi vardı. 

İşte AKP karşıtları için iyi bir genel başkan profili , çamura yatma konusunda uzman. çeşitli vasıfları ile ideal , özü sözü bir mesela bir toplantıda kimse hukuktan kaçmamalı hukukun üstünlüğü karşısında cumhurbaşkanı bile yargılanabilir diyor. hemen ardından Sabih kanadoğlu yargılanamaz demeye getiriyor. bu kadarda dürüst ve güvenilir.

kaldıki bünyesinde masonları dahi bulundan CHP bu işe bir bakıma sıcak bile bakabilir. zira Eminağaoğlu Lions klupleriylede içli dışlıdır ödüller alır falan yaani. (anladınız siz onu) 

Evet kısaca adayımızı tanıttık :) Oylarımızı başkanımıza çok görmeyelim arkadaşlar. herkesin desteğini aldı bir milletin desteğini alamadı. eğer biz destek vermezsek yarın kalkar millet nankör derse hiç şaşırmayın ;)

Oy verme hususuna gelince, valla oy vermem ama , caanı gönülden isterim. o sivri burnunun tam orta yerine bodozlamadan kafayı koyarak o burnunu gözlerinin tam ortasına gömmeyi..

Biraz asabi gördüm kendimi ama neyse toparlarız.. 

Uzuun bir aradan sonra ..

| 17 Ocak 2009 Cumartesi

Uuup uzun bir aradan sonra yeniden yeni yeni yazmaya başlıyorum.. Aslında bu blog olayına başlarken öyle çok bi iddiam yoktu. Ben sadece içimdekileri dökecek '' sevgili günlük '' diye başlamayacakta olsam bir yer olarak görüyordum burayı.. Hoş hala değişen birşey yok bu düşüncemde ama bende değişen şeyler çook..

En son yazıyı eklememden bu yana Evlendim , 5 ay oluyor..

İş temposu arttı daha da artıyor..

ve nedendir bilinmez , çok büyük beklentilerle başlamamış olsamda , ve herhangi bir hayal kırıklığı yaşamasamda blog hakkında birden bire en son yazıdan sonra iştahım kaçtı..

Elimin altında bulunan bir not defteri gibiydi. ilk yazmaya başladığım dönemlerde ve iştahım kaçtıktan sonra belki aylar varki toplam 2-3 kez yada 4-5 kez ya girdim ya girmedim.. Şimdi yeniden eskiye ait birşeyi bir hatırayı ya da emtiayı günlerdir girilmemiş bir odanın tozlu raflarında bulmak gibi birşey..

ve anladım ki blog yazmak öyle sanıldığı kadar yaa işte her akşam iki satır bişeyler saçmalarım sonrada yatar uyurum tadında bir olay değilmiş. Hele düzenli blog yazmak bana göre hiç değilmiş.. anlık gel gitlere ve bir anlık yazma hevesine sonrasında uzun süre sessizlikle yürütülecek bir iş değil.. Eminimki bu eklediğim yazıdan belki bu blogu düzenli takip eden belli başlı arkadaşın bile ya haberi olmayacak ya da çok geç haberleri olacak.. Zira o kadar uzun süre yazmadım ki belki blogun varlığını dahi unuttular :)

Bu aralar çok şeyi özlüyor ve yine birçok şeye alışmaya çalışıyorum..

Eskişehiri özlüyorum en başta.. Kütahyada öğrencilik yıllarını , arkadaşları güzel günleri hatıraları.. halı saha maçlarını , aslında özlenen , özlenmesi gereken ve özlendiği halde şu anda hatıra gelmeyen çok şey var..

ve alışmam gereken.. en başta koskoca bir 2009 var nasıl alışacağımı bilemediğim. sanki önceki yıllarda yeni yıl her geldiğinde ya ben ömürden koskoca bir yılın gittiğini farketmedim. yada yıllar sanki bir öncekinin devamıymış gibi geldi , ve ya biz çok çocuktuk geçen zaman içimizden geçerken acıtmadı.. bir şekilde farkına varamadık.. ama nasıl olduğunu bilemesemde 2009'a girmek içimi fena acıttı. hiç öncekiler gibi olağan değildi sanki , hiç sıcak durmadı benim açımdan 2008'in , 2007'nin ve hatta 2006'nın 2005'in bile kendi mahsusluğu sıcaklığı , olağanlığı ve nasıl olduğunu bile anlamadan birinden diğerine hiç sarsılmadan geçişkenliği varken , 2009 sen neredende çıkıp geldin.. ve ben neden sana hiç ısınamadım seni benimseyip kabullenemedim..

Yaşlanıyormuyum ne..

Genelde yakın geçmişi anlatan filmlerde sıkça karşılaştığımız bir sahne vardır..Daha ilk sahnede bir şehir , köy yada filmin geçtiği yer geniş açıdan gösterilir ve o esnada fonda bir ses "1975 yazıydı.." diye giriş yapar örneğin.. biz anlarızki filmde bahsedilen yıllarda önemli birşey olmuş ki bir filme konu olabilmiş. Mesela vizontelede bunu görebiliyorum.. beynelmilel'de bu vardı.. ve o zamanları anlatan filmlerde o zamanlara özgü olan şimdi ise insanın damağında buruk bir tad bırakan nostalji kokan şeyler vardı.. vizontelede , açık hava sineması , belediye hoparlörlerinden anonslar , o zamanın modasını yansıtan ispanyol paça pantolonlar , pembe renkli gençler gazoz , şimdilerde pek karşılaşamayacağımız tadlar.. herhalde ben sevdiğim zamanlara özgü olan şimdilerde bulunamayan şeylerden dolayı geçen zamanı özlüyorum..

Ki zaten hayat dediğimiz şeyde bu ..