Ölüm Bize Nasıl Gelir ?

| 25 Nisan 2009 Cumartesi

Şu günlerde kafamı iyiden iyiye meşgul eden bir konuydu. Ölüm ve ölüm ötesi hayat. Elbette ki ölümü tadmamıştım. Ancak ölümü tadan çok kişiyi gerek mesleğimle gerekse insani ilişkilerimle alakalı olarak çokça görmüştüm.. Kimisi elim ve feci bir trafik kazası sonucu zerreleri asfalta preslenerek ve belki o asfalttan kazınamayarak can verirken kimilerinide gördüm ki son nefeslerinde huzur içinde yataklarındalar ve sevdikleri son yolculuklarında yanı başlarında..
Siz hiç düşündünüzmü nasıl öleceğinizi demeyeceğim. Zira biliyorum ki her insan mutlaka nasıl öleceğini , öleceği zamanı merak eder. Bunu öğrenmenin kesin doğru olan bir yolu olsa hiç şüphem yokki insan bu merakı için türlü fedakarlıklarada girecektir. Ancak bu aslında o kadarda gerekli değil.
Zira "ölümü sıkça hatırlayınız" düstüruna binaen hatırladığımız ölüm bir fiil olarak hatırlanması gereken ölüm değil. Zira o fiil olarak hatırlanacak olan ölüm kuvve-i maneviyesi olmayan ve hayatı maddi emtiadan ibaret sananların aldanış şeklidir.
Öyleki ölüm fiil olarak belki aslen bir saniye yahut bir salisedir. Öncesi hayat sonrası inanmayan için yokluk ve hiçlik inanan için ise yeni bir yaşamdır. İnanmayan için ölüm henüz gelmeden önce yokluğa açılan kapı hezeyanı , geldikten sonra ise geç kalınmış bir feryadü figandır. Fakat biz duyamayız çünkü ölenin frakansı değişmiştir. Bizim alıcılarımız o yeni frekansı alacak kadar da gelişmiş değildir.
Ben bu düşünceleri beynimde harman ederken elime bir kitap geçti. Belki bildiğiniz okuduğunuz belkide hiç duymadığınız bir kitap , kitabın ismi : Meşhurların Son Anları, Yazarı Burhan Bozgeyik , Kitap Cihan yayınları marifetiyle neşredilmiş. Kitap bana yıllar öncesinde yanılmıyorsam 2004 yılı yazında okuduğum Halit Ertuğrul'un Dünyayı Ağlatanlar kitabını anımsattı.
Ancak şu an elime aldığım kitap Dünyayı ağlatanları değil aynı zamanda Dünyada mazlumların yüzünü güldüren, bahtını şenlendiren nice alim, yönetici, sanatçı, şair, mütefekkir ve askeri deha'nında son anlarına ışık tutuyordu. Kitap yaklaşık olarak Mussolini'den Lenin'e İmamı Azam'dan Mehmet Akif'e , Yavuz Sultan Selim'den Ebu Cehil'e , Kemal Sunal'dan Turgut Özal'a , Adnan Menderes'e , Mevlana'dan Bediüzzaman'a yaklaşık olarak 110'a yakın kişinin son anlarını bize anlatıyor.
Gerçi Ölüm hususunda kim ki ölümü sanki yaşıyormuşçasına gerçekçi ve doğru şekilde öğrenmek istiyor ise bence «Hüccet-ül İslam» İmam Gazali'nin(r.a) Ölüm ve Ötesi kitabını mutlak surette okumalı , insanı o kadar derinden kuşatıyor ki gerek anlatımı ve gerekse safha safha ölümü anlatışı insana şunu düşündürüyor " Bir insan ölüp, tekrar dirilmeden ölümü bu kadar etkileyici anlatamaz" etkisini varın siz düşünün artık..
Meşhurların Son Anları kitabını şöyle bir evirdim çevirdim. Gözüme çarpan ve merak ettiklerimi okudum. ve şunu gördüm. "Su testisi su yolunda kırılmış" her kim ki ne dava gütmüş ve neye nefer olmuşsa o kapının önünde can teslim etmiş , her kim batıl bir davayı gütmüş ve o davanın neferi olmuş ise ölümü korkunç olmuş, kim ki hak ve adalet ile hakka nefer olmuşsa ölümü sanki dar sıkıntılı bir odadan geniş ferah bir odaya geçiş gibi rahat ve huzurlu olmuş, her kim ki batıl bir davanın atıl bir neferi olarak ölmüş insanların onun ne canlısına ne ölüsüne teveccühü olmamış, her kimde hak davanın neferi olarak yaşamış ve ölmüş işte o kişi hem madden insanlar nazarında diri ve ölüyken el üstünde tutulmuş , naaşı yerine göre milyonlarca seveni tarafından uğurlanmış , kim ki batıl bir davada kalmış cesedi ya bir çukura atılmış , ya yakılmış yahut bir çöplükte macerası nihayete ermiş..
Gördüm ki , Sevenide , sevmeyenide , inananı ve tabii olanıda inanmayıp asi olanı da gerek kendisinden önce yaşamış ve ölmüş olsun gerekse kendisinden sonra yaşamış ve ölmüş olsun hepsi ama hepsi istisnasız İslam Peygamberi Hz.Muhammed (S.a.s)'i gerek yaşam ve gerek ölümüyle tasdik etmiştir.
Zira buyurmuştu İslam Peygamberi ;
«Nasıl Yaşarsanız , Öyle ölürsünüz , Nasıl Ölürseniz , Öyle Diritilirsiniz»
Buradan yola çıkacak olursak diyebiliriz ki, Nasıl öleceğini merak eden.. Nasıl yaşadığına baksın
Bundan sonraki yazılarda ara ara kitapta bahsi geçen meşhurların son anlarını buradan aktarmayıda düşünüyorum. Kitabı temin edip okuma şansı olmayan ancak merak edenlerinde belki bir nebze işini görür.

Kocayı Fethullahçılara kaptırmak !

| 18 Nisan 2009 Cumartesi

Malum , sosyal yaralara parmak basmak gibi ulvi bir vazifeyi ifa ettiğini düşünen , malum zihniyetin en afişe ve aşifte gazetesinin röportajcısı Ayşe Arman geçtiğimiz haftalarda bir yazı kaleme aldı..
Olayın özeti şu minvaldeydi : kadının birisi bir ressama aşık olur. onunla evlenir. barların tozunu attırır içerler gezerler tozarlar yani bu dünya adına geçici haz ve hevesat olarak ne varsa yaparlar. Hattı zatında bir zaman sonra adam olgunlaşır. islami eserleri okumaya başlar. hakikate uyanır. ve kadın bunu sindiremez bunun sorumlusu olarakta kocasının arkadaşı olan ve Fethullahçılar diye nitelendirdiği insanları gösterir.
Fethullahçılar denilen bu insanların ortak özelliklerini sayarken : kibar olmaları , sosyal olmaları , dini yaşamalarını gösteriyor kocasını Fethullahçılara kaptıran arkadaş ve devamında şunu diyor. bunlara karşı organize olalım ? durdurmanın bir yolunu bulalım. yurt dışında Türk demek eşittir Fethullahçı demek gibi bir izlenim var diyor ve dernekmi ne kursak diye danışıyor..
Gelelim kişisel fikrime..
Efenim değil dernek, sabancı koç gibi büyük bir Holding kursanızda kâr etmeyecek zira sizin sevmediğiniz ve Fethullahçılar diye etiketlediğiniz insanlar yine sizinde söylediğiniz gibi nezaket sınırları içerisindeler kaldı ki sizi birşeye zorlamıyorlar size tebliğ yapıyorlar kararı size bırakıyorlar.
Hatırlayınız 28 şubat süreci bu karalamak istediğiniz insanları durdurmak için yapıldı. Ne oldu ? dal kırıldı yerinden koca bir çınar yükseldi.. bin kişi oldu on bin kişi yüz bin kişi..
Ayrıca malum röportajda kadın diyorki kocam dini gidip bi cami imamından öğrense bunu makul karşılardım. Bende diyorum ki , yalan ve hatta yalanın önde gideni..
söz konusu zaatı muhterem röportajda bu sözü söylediği noktaya gelene dek dine diyanete vermiş veriştirmiş olmakla birlikte bir yerden sonra kafa dank etti elbette lan beni din düşmanı olarak görecekler diye bir u dönüşü ile durumu kotardı.. Merak ediyorum New york'ta kaç tane cami var biliyormu acaba..
Kaldı ki , işin şu boyutuda var. Diyanetin islam modeli cami tipi islam yani.. Camiye gelen gelir gelmeyen kendisi bilir demek ve kişi camiye geliyorsa 5 vakit namaz kadar islamiyeti yaşıyorsa diyanete bu kâfidir. Diyanet günümüzün sorunlarına ve yaralarına aktif çözüm sunamaz çünkü kurumsal ve kamusal yapısı buna müsait değildir. ancak Fethullah Gülen hareketi diyanetten daha etkindir ve aktiftir. zira diyanetin amerikada yaşayan insanlara dini tebliğ edelim diye bir kaygısı yokken Cemaat avustralyanın dibindeki Aborjinlere afrikanın dibindeki pigmelere bile elini uzatmıştır.
Cemaate yüklenirken diyanete sahip çıkmak işte bu rahatsızlığın maskelenmesi çabasıdır. Zira diyanet sana bir oto kontrol sunmaz ancak cemaat fikri bazda sana derin ve tatmin edici bilgiler sunar. gel yap demez. niçin yapman gerektiğini öğretir. diyanetin kıl dediği namazı cemaat niçin kılman gerektiğini ve kılarsan ne kazanacağını sana bir milyon kaynaktan öğretir. dolayısı ile daha tatmin edici ve tatbiki kolay bilgiyi cemaat sana sağlar.
Kaldı ki diyanetin içinde her telden insan vardır. kurumun konumu bunu gerektirir. bu zenginliktir belki ama bir yerden sonrada ayrımsallaşma nedenidir. öyleki bir imama sordugun cevaba başka bir imam başka bir cevap verir. kurum içerisinde bir uyumsuzluk olabilir. ki şahidiyim olmuşturda.. ancak cemaatte bu yoktur. cemaatin içinde olup birbirini hiç tanımayan bir japonla bir etiyopyalının beslendiği kaynak bir olduğu için bu iki insana kendi memleketlerinde aynı soruyu sordugunuzda size farklı dillerde aynı cevabı verirler. neden çünkü ülküde birlik, inançta birlik, uygarlıkta birlik gibi binlerce yolda bir birliktelikleri..
Dolayısı ile bu inanç birliğinin önüne hiçbir gücü geçiremezsiniz , hiçbir dernek kurum kuruluş ve hattı zatında hatta holding bile kursanız bu oluşumu durduramazsınız zira bu oluşum iki kişi arasındaki dialog , arkadaşlık ve karşılıklı saygı sevgi gibi soyut ama hayatın her an içinde olan kendini ispatlamış bir harekettir ki dernek fln gibi somut değerlerle durduramazsınız..
Birde işin şu boyutu var. tutunki bir güç çıktı karşınıza ve tamam bana mantıklı bir gerekçe belirtin ben bu cemaati durduracağım dedi. Ne diyeceksiniz ?
içki içmiyorlar , güleryüzlüler , insanlara islamı tanıtıyorlar ve bunu çağın gereklerine uygun olan yol yöntem araç ve gereçlerle yapıyorlar mı diyeceksiniz ?
Şu bir gerçekki her doğan insan islam dini üzerine doğar ne zamanki anne ve babası onu başka bir dine yönlendirirse o zamana kadarda islam dini üzerinedir. bu minvalde düşünecek olduğumuzda zaten özünde herkes bir islam nüvesi ile doğuyor ve ya nüveyi yetiştiriyor fidan ve ağaç haline getiriyor.. ya da kalbinin derinliklerinde ışıksız susuz bırakarak çürümeye terk ediyor.
O nüve çürümediği sürece, ilk ışık gördüğünde filiz verir. kaç yaşında olursanız olun. ne işle meşgul olursanız olun.. fırsat karşınıza geldiğinde nüve ışığı aldığında içinizde o inkişafı bulursunuz ve bulduğunuzda hissettiğiniz ferahlık ve rahatlık o kadar alenidir ki bundan bir daha vazgeçmez ve o güne kadar olan hayat düzeninizi bir çizgi ile çizersiniz geride bırakırsınız.
O nüveyi sizin içinize koyan ve sizi bir sınav ile sınav etmek için dünyaya gönderen Allah, birgün o nüvenin ihtiyacı olan ışığı size bir insan vasıtası ile gönderdiğinde siz o insanı etiketleyeceksiniz şuncu buncu şöyleci böyleci diye.. siz nüve ihtiyacı olan ışığı almasın diye perdelerinizi sım sıkı kapatırken bir başka kalp bu ışığı aldığında bu seferde feryad edeceksiniz biz karanlıkta rahattık. kocamı kim aydınlattı diye..
Allah, yüce kitabında bir yerde "din olarak sizin için islamı uygun gördüm" buyuruyor. başka bir yerde "islamı tamama erdirdiğini" söylüyor..
Peygamberimiz ise bir hadisi şerifinde "Benim ismim güneşin doğuğ battığı her yere ulaşacaktır" buyuruyor..
Şunu unutmayın. İslami kronolojiye bakıldığında "emri bil maruf , nehyi anil münker" namazdan önce farz kılınmıştır. bu namaz önemsizdir demek değil. yada daha az önemlidir demek değil. "iyiliği yaymak , kötülükten alıkoymak" en az namaz kadar önemlidir demek.
Zira şu dünya iyilikle kötülüğün mücadele mecrası ise ve herkes kendisine bir saf seçiyorsa , islamın dışında seçtiğiniz hiçbir saffı iyi görerek kendinizi kandırmayın.
Zira İslam güneşi doğmaya önce kalplerden başlar..
Muhtereme zât Ayşe Arman , kendi hayatından bir örnek vererek kızımın sorduğu her soruya babası "peygamberimiz şöyle buyuruyor" vs. şeklinde cevap verse herhalde sindiremezdim diyor.
Bu çok normal , İslamı yüzeysel kaynaklardan öğrenip , Zekeriya Beyaz kalitesindeki insanların hayatını islam sanıp bu layt ve yüzeysel dünyanın argümanı olan , gerçek islamı elbette anlayamaz zira kapasitesi buna yetmeyecek o yaşam tarzını hafsalası alamayacaktır. bunu normal karşılamadığımızda da suçlu biz değiliz. zira o güne kadar size islam diye öğretilenleri siz öğrenmeniz gereken kaynaktan araştırmayıp hazlarınız ve hevesleriniz doğrultusunda yaşamışsanız sizin sorumsuzluğunuzun suçlusu gerçek islam olamaz.
Kaldı ki Allaha inanıyorum diyen insan. Barda gezmek tozmak ve içmenin nesi kötü olabilirki barda içenler dinsizmi diyerek üste çıkma telaşına kapıldığında benim gibi insanlar o kişiye şunu der.
Arkadaş, Allahı seviyorum ve varlığına inanıyorum diyeceksin. Ama Allah'ın iyi bir insan olman için sana indirdiği rehberi yani Kuran'ı ve içerisinde iyi bir insan olmak için buyurulanları görmezden geleceksin, Allah'ın şu dünyanın en zorda olduğu zaman zarfında rehber olarak gönderdiği peygamberi rehber edinmeyeceksin. çocuğuna öğretmeyeceksin.
Allahın yap dediklerinden bir haber olacaksın. Yapma dediklerinin tamamına yakınını yapacaksın , rehberine kulak vermeyeceksin sonrada inanıyorum ki Allahta beni seviyor diyerek kendini avutacaksın.
birisi sana gelip bak İslam budur şöyledir. bunun nedeni budur. bunun doğrusu budur diyecek sana doğrusunu anlatmak isteyecek onuda kendini sütten çıkma ak kaşık zannedip Fethullahçı diye etiketleyecek karalayacaksın.
Elbette ki kimsenin imanına islamına ve Allah'la olan münasebetine karışamaz ve Allah adına hüküm veremeyiz , zira inanıyoruz ki bağışlamasıda mağfiretide boldur rahmet edendir.
Ancak bu hikmetler dairesinde Allahın takdiridir.
Olaya sebepler dairesinde bakacak olursak her sebep bir sonucu doğurur ve her sonuç bir sonraki eylemin sebebidir.
Sen şimdi yaptıklarına bir bak.. barlarda discolarda gezmişsin.. içmişsin dağıtmışsın.
Sevdiğin Allah sana kitabında içme demiş. Rehber olarak gönderdiği peygamber bunu sana asırlar öncesinden uygulamalı bir şekilde göstermiş.
Sonra sen bunları görmezden gelmişsin..
Laf gelmiş bir noktaya sen yine bir yazında Allah'a inanmaktan bahsetmişsin..
laf başka.. iş başka..
Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz demiş eskiler..
Şimdi sen söyle Ayşe Arman..
lafın başka diyor yaptığın iş başka diyor sana neden itibar edelim ?

oltaya takilanlar..

| 11 Nisan 2009 Cumartesi

Kendi kaderini değiştirememişsen , o zaman kiralık bir daire olabilmişsindir yalnızca.. 
Henri Michaux , Açı direkleri

Ne anladım : Kendi hayatının başrolünde değilsen.. başkasının hayatında en fazla figuransın..

Çay Tiryakisi akşamcı nerede görülmüş mon cher?
Attila İlhan, Dersaadet'te sabah ezanları

Ne anladım : Birileri hayatında ya hiç çay içmemiş , yada çayı akşam dışında günün diğer dilimlerinde içilir zannediyor.

Felaketlerimizi başka  biri ile taksim etmek saadettir. fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil zarbedilmiş olur. Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseder anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa, çocuktan anaya her intikal edişinde büyür.
Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Ne anladım : Derdini açma anne babaya, derdin üstüne birde dünyayı dar eder sana.

Fakat bizim memlekette aranan kaybolur. Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla herşey ayağınıza gelir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Ne anladım : Şarkta yıllardır arananlar bulunamadı. Beklendi.. ve şimdi asit kuyularından çıkartılıyor kemikleri.. 

Bir huzur düşüncesi düşüyor.. Enseme bir giyotin gibi..
Şevket Akıncı

Ne anladım : Huzurunda var bir bedeli..

Büyük şehir insanını büyülen aşktır. Ama ilk bakışta değil, son bakışta aşk..
Walter Benjamin, Son bakışta aşk

Ne anladım : Aşık olmak için bakmak önemlidir.. Bakışın ne ilk nede son olması değil..

Dünyayı daha iyi yapamayan erkek, erkek değildir.
Balian, Cennetin Krallığı filminden

Ne anladım : Beklentiler daima erkeğin üzerine bina edilir. Beklentiler yerine gelmediğinde hayat başından aşağı boca edilir.

Ölüm Van kalesi kartpostalları biriktiriyor.
Gökçenur Ç.

Ne anladım : Ölüm yakında bu ablamıza pul koleksiyonunu da gösterecek sanırım

Stiftung Phanomenta

| 5 Nisan 2009 Pazar

Dün ilk sınavlarımdan çıktıktan sonra erkek kardeşimle şöyle bir mini eskişehir turuna çıktık :) Önce İstanbula dönüş biletimi aldım.

Sonrada kardeşimin tabiri ile "Ortamlara akmaya" başladık :) Dedikki Espark'a gidelim şöyle bir sinema yaparız sonrada duruma göre takılırız. Gittik Hızlı ve Öfkeliye bilet alacağız film +15 bizim ufaklık 11 yaşında..

Geçtik sıraya sıra bize geldi görevli bayan sordu bizimkine kaç yaşındasın bizimkisi aaauu yaparken ben onbeş dedim :) kimliğin varmı yanında dedi. Bende yanında abisi var dedim. kusura bakmayın denetmenlerimiz nedeniyle alamayız kimliğiniz olmadan dedi. ( ki ben bayanın bizim ufaklıgın 15 yaşında olduguna inandıgınıda sanmıyorum ama müşteri memnuniyet hesabına ses çıkarmadı)

Kardeşim diyorki abi şimdi nabıcaz :) dedim sen 15 yaşına girene kadar beklememiz lazım :)

Espark'ta kapıdan içeri girer girmez ilginizi değişik değişik aletler çekiyor. Bunlar Phänomenta tarafından imal edilen ve insanlarda bilimsel araştırmaları teşvik eden. Soyut olarak okullarda öğrenilen fizik kimya gibi dersleri gerçek uygulama ortamında görmenizi sağlayan düzenekler.

Mesela Espark'da büyük resmi ilk gören Einstain'in izafiyet teorisini , çekim yasasının deneysel olarak bir madeni para ile denenmesini sağlayan bir koni deneyine şahit olduk :) bozuk parayı bırakıyorsunuz yuvarlana yuvarlana merkeze dogru yavaş yavaş ilerliyor ve en sonunda merkezdeki delikten düşüyor :)

Hemen yanında torichelli deneyine atıfta bulunan bir deney düzeneği görüyorsunuz 2 metre uzunlugunda bir cam boru sıvı ile dolu , ayrıca bu cam borunun içerisinde de içi bir sıvı ile dolu olan şişe bulunuyor. şişe normalde borunun en üst noktasında ama altta bulunan pedala bastıgınızda şişe birden bire yer çekimini hatırlıyor ve batmaya başlıyor :)

Soru şu : mantığı ne olabilir ?

Bunlar kadar etkileyici olmasada Esparkta ayrıca Sürtünme ve yatay hareket düzenekleride vardı. 2 tane topu aynı anda metal bir rampadan bırakıyorsunuz aynı anda iniyorlar fln. Tabi birde hani şu lunaparkta alışık olduğumuz dev cüce aynaları vardı.

Az önce internette Phänomenta'nın internet sitesine göz attım. Daha yüzlerce bu şekilde deney düzenekleri var. çok ilgimi çekti ve takdir ettim.

Şu açıdan , içerisinde yaşadığımız dünya sebepler ve hikmetler çerçevesinde ele alınacak olursa. Bu Phänomenta deneyleri insanlara sebepler dairesini sadece teorik olarak değil uygulamalı olarakta öğrenme ve işin pratiğini kavrama imkanı sunmuş olacak. Eğer kişi işin hikmetler dairesinide hakkınca idrak edebilirse. Şu kainatta ilmi açıdan yenilmesi ve galebe çalınması mümkün olmayan bir alim olur çıkar.

Zira Medresetüzzehra'yı kurmayı amaçlayan Bediüzzaman'ında amacı buydu. Din ilmini tahsil etmenin yanında Riyaziye , Tabia , Hendese ve Kozmoğrafya gibi ilimlerinde tahsil edileceği bir mektep ile aydınlık bir nesil amaçlanıyor ve hem maddi hemde manevi anlamda ilerleme amaçlanıyordu.

---

Eskpark'da kardeşimle Phänomenta düzeneklerini incelerken ve işin mantığı hakkında fikir fırtınası yaşarken yanımıza bir kız ve bir erkek geldi. hal hareket ve tavırlarından liseli ve sevgili oldukları fikrine haiz oldum. kız gayet laubali bir biçimde "şunlara baksana yhaa" fln gibi bir hayret nidası ile çocuğu uyardı. Çocuğun verdi tepki ise asıl bende hayret uyandırdı "Çok malca bunlar yhaa" , Şöyle baktım .

"Sayın üstad madem bunlar size göre o kadar malca bu durumda siz einstain'in vakıf olduklarını bile aşmış olmalısınız ki bunlar size hitap etmiyor. o durumdada bunların mantığını bize anlatmak size düşer" diyecektim ki

Bunu demedim , düşündüm dedim tipik bir liseli ve kız arkadaşına ben herşeyi aştım hayatın sırrına erdim , bunlar ne ki sen benim düşündüklerimi bir bilsen triplerine girmiş çömez bir liseli olduğunu ve kız arkadaşına kendini beğendirmek ve kendini birşeyler sanma modunda olduğunu farkettim ve adam yerine koymadım :)

Eğer aklı başında birisi olsa orada 5 kere yerin dibine sokup sokup çıkaracaktım da işte.. son anda yırttı.

Keşke Eskişehirde Phanomenta böyle alışveriş merkezlerinin girişlerinde 2-3 deneysel düzenekle halka sunulmak yerine , güzel bir yerde Bilim müzesi kurulsa ve 2-3 düzenek yerine 300-400 farklı düzenekle insanlara bilim tanıtılsa..

İşte o zaman bu şehrin çocukları okullarda dersanelerde öğrendikleri optik, atışlar, vektörler, sürtünme, ivme gibi konuları akıllarına çok daha sağlam yerleştirirler . Zira üniversite çağında birçoğumuzun sıkıntısı soyut olarak öğrendiğimiz formülleri ve kainat kanunlarını birebir müşahade edememenin verdiği sıkıntı ile tam kavrayamamaktı..

Stiftung Phanomenta..

Blog Etigi, insanlık ve mucadele

| 2 Nisan 2009 Perşembe

Son zamanlarda nete girmeye fazla zaman bulamıyorum. Ancak buldugumda da ensonhaber, aktifhaber gibi haber sitelerine bir göz atıp, facebook'ada bakıp çıkıyorum. Malum sınavlar yaklaştı. Aslında ben bu yazıyı yazmak yerine şu anda Finansal Yönetim , Pazarlama Stratejisi ve Türk Vergi Sisteminin altından girip üstünden çıkıyor olmam lazımdı. ancak bugün umursamazlığım üstümde olsa gerekki sınavlara 1 gün kala ben pekte takmıyorum sınavları :)

Dedim ya fazla zaman bulamıyorum onun içinde öyle şu blogda ne var bu ne demiş obürü ne cevap vermiş falan fazla karıştırma şansım olmuyor. Ancak son günlerde duyduğum ve kötü şöhretleri neticesinde bir göz atmak zorunda olduğum bazı blogları ve yazarlarının mantelitesini görünce dumur oldum desem yeridir. Zira bu bloglar kendilerini hafif meşrep olarak değerlendiriyorlar ve kendi aralarında "Hangi blog sahibi ile yatmak isterdiniz" gibi mim dağıtmak suretiyle barut fıçısının yanında kibriti çakıyorlar. eşeğin aklında yonca yokken dahi kulağına karsuyunu kaçırıp huzuru bozdukları kanısındayım.

zira içeriklerinde işte ben şununla mercimeği fırına vermek isterdim. Sevgilim şundan hoşlanıyor gibi ezik muhabbetler çevirmek suretiyle türk aile yapısını zedeleyici içerikleri yayınladıklarını düşünüyorum. blogger/blogspot'un +18 bloglarıda var ancak bloga girmek istediğinizde bir uyarı çıkıyor ve bu blog 18 yaşından büyüklere yöneliktir girmek istiyormusunuz gibi bir uyarı veriyor ancak bunlarda öyle birşey yok. yani bu tür içerik blog sahiplerine göre o derece normal ki o blogların sahipleri bloglarını +18 yapma gereği bile hissetmemişler. Ben merak ediyorum 10-15 yaşlarında yada 18 yaşından küçük herhangi bir öğrenci ödev ararken yada farklı bir sebeple bilgisayar başında bulunurken o sitelere girse ruh sağlığı ve psikolojisi etkilense bunun vebalini verebileceklermi ? yada sorumluluğu ailelere atıp çocuklarına sahip olsalarmış demek bayağılığı ile kendilerini aklamayamı çalışacaklar. Fuhşiyata özendirici ve bir nevi teşvik edici bile sayılabilecek bu yayınlar konusunda ben blogspot'a şikayette bulunmayı ve gerekli işlemlerin yapılmaması durumunda savcılığa suç duyurusunda bulunmayı düşünüyorum.

O blog sahipleri muhtemelen bu yazıyı okuma zahmetine katlanmayacaklar, katlanmalarıda katlanmamalarıda umrumda değil , beni ilgilendiren tamamen işin ahlaki ve toplumsal yönü. Yoksa kişisel fikirleri ve hayat tarzlarına karışacak yada neden böyle yapiyorsunuz diyecek değilim her fert hayatını özgürce yaşamalıdır ve sorumluluğu kendisine aittir. ancak kendi hayat biçiminde yanlış olduğu fikrine haiz olduğumuz noktaları kalkıpta toplumun diğer fertlerine teşvik edici biçimde ifşa edecek olurlarsa bu ferdi insiyatiften çıkar ve toplumsal insiyatif noktasında değerlendirilir kanısındayım.

Hemen hemen her milletin değerleri ve belli bir ahlak yapısı vardır. Ahlaki çöküntüde olan yada ahlak sistemi çatırdamaya başlayan hiç bir ülkede , ülkenin hiçbir birimi gerek soyut gerek somut olsun bundan etkilenmeden ayakta kalamaz. Ahlak bir milleti millet yapan değerler zincirinin en sağlam halkası olmalıdır. Zira o halka koparsa zincirin hiçbir hükmü kalmayacaktır.

Dünyada gelmiş ve geçmiş nice kişiler vardır ki ister takdir edin ister etmeyin ister destekleyin ister desteklemeyin belli bir ahlak çerçevesinde hareket ederek yol aldıkları aşikardır. Ahlaktan hemen sonra dava gelir ki eğer kişi bir davası var ise insandır. aksi halde müsveddeden ibarettir.

Örneğin Braveheart filmine konu olmuş İskoçyanın özgürlüğünün mimarı William Wallace , Kübada baskı rejimini deviren Ernesto Che Guavera, Türkiye'de ise Atatürk gibi nice kişiler vardır ki bir davanın adamı olmak yolunu seçmişler kişisel heva ve heveslerinden sıyrılmışlar önce milletlerinin sonra insanlığın faydasına hareket etmişlerdir.

Seversiniz yada sevmezsiniz, takdir edersiniz yada etmezsiniz ancak örnek olarak verdiğimiz kişilerin bir davası vardır. ve bu dava o kişileri kendileri yapmıştır. Tarihin her devresinde ve bugünde davası olmadan hedonizm çevresinde şehvet ve uçkur ekseninde hayat sürenler sodom gomorre ve pompei'de olanlara bir göz atsalar yollarının sonu nereye çıkıyor görebilirler.

Dedidiğim gibi insanı insan yapan davasıdır. Davası olmayan , silinip gider. işte onun içindir ki bir mücadelesi olan davası olan herhangi bir insanı inandığım davanın düşmanı dahi olsa davası olmayan ve hafif meşrep yaşıyoruz demek lightliği içerisinde olan topluma katkısı hiçlik ile gereksizlik arasında olan her ferde tercih ederim.

Zira insanı insan yapan davasıdır. Gerisi müsveddeden ibarettir.

bu konuda imam Şafiî (r.a)'ın şu sözünü hatırlatmakta fayda var.

"İnsanlığa katkısı mide'sine giren kadar olan kişinin değeride mide'sinden çıkan kadardır"

aslında imam şafiî'den aktardığımız bu söz tek başına bütün yazının öz'üdür. söz aklıma yazının sonunda geldiği için bütün bir yazıyı yazmak zorunda kaldım , aslında bu bile bir dava insanının çapını gösterir. Ben derdimi anlatmak için bin dereden su getirdim İmam Şafiî hazretleri asırlar öncesinden bize miras olarak bıraktığı bir cümlesi ile konuyu nihayete erdirmiş anlayana mesajı vermiş ve hükmü bağlamış..