Karar(sızlık)lar arefesi..

| 1 Ağustos 2010 Pazar

Belki bu yazının kaderide diğerleri ile aynı olacak tıpkı 4 martta, 8 temmuzda, 21 temmuzda yazıpta taslak halinde kalan burada yayınlayamadığım diğerleri gibi..

Söylemekle alakalı o kadar çok söz var ki aklımda.. durmuş durumdayım resmen.. hayatın içinde her ne yapıyorsam onu yapmayı bırakmış orta yerde hiçbir şey yapmadan durmuş gelenlere geçenlere insanlara durmuş bakar bir haldeyim. Yapılan yanlışları görüyorum. Doğrular görüyorum. Başkalarının doğrularında kendi yanlışlarımı görüyorum.. Bu ara iyice saldım kendimi hayatımda uymak zorunda olduğum her kuralın gereksiz olduğuna dair en az bir teorim var..

Sanki içimde şu anda yaptıklarımın tam tersini yapmak isteyen, yapmadıklarımı yapmak isteyen benden çok başka ama bende olan başka bir ben var. ve sanki ben artık onu dizginlemekte zorlanıyormuşum engelleyemiyormuşum gibi içimde bir his var. Şimdiki ben beyazsam o dışarı çıkmak için çabalayan siyah tarafım gibi..

İçimden bir ses o tarafımı sürekli bastırarak gerçekten özgür olamayacağımı telkin ediyor.. Diğer yanım ise aldanma dizginle şu serseriyi. onu dinlemek seni özgürlüğe değil hüsrana götürebilir. O sana yapmaman gereken şeyleri yaptırmaya çalışıyor diye telkinde bulunuyor..

Ben ise kontrpiyede kalmış kaleci gibiyim. topun diğer köşeye gittiğini görüyorum ama ters köşeye doğru gidiyorum.. susuzluğu gidermek için tuzlu su içmek gibi birşey bu içtikçe susuzluğu gidermek için artıyor susuzluğumuz,

Evde yalnız kalmaya başladığım şu günlerde daha bir iyi dinledim kendimi. ve bir büyüğümün yıllar önce dediği gibi ruhumu ameliyat etmem gerektiğini anladım. Düşündüm dedim acaba her insanda da böylemidir diye ve anladım kesin bir evet bu sorunun cevabı.

İnsanı insan yapan zaten içindeki iyi ile kötünün mücadelesinde kimin kazandığı, dahada önemlisi insanın kazanması için hangi tarafa yardım ettiği ve farkettim hep insanda şöyle bir yanılgı var. Etraftan yada bir şekilde medyadan vs. iyi olarak tanınan insanların hep iyi olduğu onların zaten iyi olmaktan başka bir şansı yokmuşta onun için iyilermiş gibi zannedilmesi buna mukabil kötü olarak bilinenlerinde zaten hamurunda kötülük olduğundan onlarında hep oldum olası kötü olmaktan başka bir şansı yokmuşta hep kötüymüş gibi zannediliyor.

Oysaki onlarda insan ve onlarda iç hesaplaşma yaşadı. Yani bir evliya o makama ermek için belki 100 defa evliyalıkla eşkiyalık arasında gitti geldi ve belkide o makama erincede o makamın hakkını vermek noktasında 100 defa gitti geldi. Oysa biz zannediyoruz ki o adam baştan programlandı hiç bir iç hesaplaşma yaşamadı geldi dünyaya yapması gerekeni yaptı gitti.

Aynı şey kötü birisi içinde geçerli, belki kötü diye bilinen bir insan iyi kalmakla kötü olmak arasında gitti geldi kaç kez ama kendine söz geçiremedi ve nihayetinde iç mücadelesini kendi nezdinde kaybetti. Bu noktada biz onun içini göremediğimiz için onu en baştan beri kötü diye biliyoruz ve öyle zannediyoruz sanki onun hiç şansı olmamış o sadece kötülük için programlandı ve öyle başka bir alternatifi yok..

Bu yazıda neyi tarif ettiğimi çoğunuz anlamışsınızdır eminimki.. bu hesaplaşmanın adı insanın nefsi ile cebelleşmesi. Bir insanın nefsi ile kapışması o insanın bulunduğu konumla ve gitmek istediği nokta ile doğru orantılı olarak değişiyor. Mesela siz şu anki konumunuzdan daha alt bir noktaya gitmek istediğinizde nefsiniz size yol bile verir. ama siz ilerlemek istediğinizde önünüzde bir engel.. o engeli aşarsın bir engel daha.. derken tutuşursun kavgaya..

Yani sen dağın zirvesine doğru her attığın adımda rüzgarın sertleştiğini görüyorsun. Bir insan öldüğünde çok iyi bir insan olarak ölmeyebilir. Zaten bence sınavda iyi olan kazandı kötü olan kaybetti diye çok net ayrımı olan birşeyde değil. Sanki üniversitede bir sınavdayızda 50'nin altı kaldı üstü geçti der gibi bana öyle geliyor ki iyiler kazandı kötüler kaybetti diyede birşey yok.

Sınav nedir dersen bana öyle geliyorki sınav verdiğin mücadeledir. savaşı kazanması için hangi yanını desteklediğindir. sınav bana öyle geliyor ki iyi olmak değil, iyi olmak için mücadele vermektir. aynı zamanda kötü olmamak içinde mücadele etmektir.. Bence içimizdeki çarkların ne yöne döndüğü ile ilgili birşey bu sınav.. Bence iyi olan kazandı kötü olan kaybetti diye birşeyden ziyade iyi olmaya çalışan kazandı demek daha mantıklı sanki.

Yani Ebu Bekir yaradılıştan en baştan Ebu bekir'se, Ebu cehilde en baştan yaradılıştan Ebu Cehilse sınavın ne anlamı kaldı. Ebu Bekir'i Ebu bekir yapanda Ebu Cehil'i Ebu Cehil yapanda aynı şey içteki hesaplaşma ve neticede vardıkları karar.

Zaten Peygamberimiz'de mekke zamanındaki bir duasında "Allahım bu dini Ya Hattaboğlu Ömer ile yada amr bin hişam ile güçlendir" manasında bir duada bulunuyor.. ben buradan şu sonucu çıkarıyorum.. demekki o ana kadar her ikisininde içinde başabaş bir mücadele var ya iyi ya kötü olacaklar. bana öyle geliyor ki bu duadan sonra kararsızlıkları sona eriyor ve her ikiside kendi saflarını seçmiş oluyor.

Demekki insanın iç mücadelesinde hangi yanının zafere varacağında duanında önemi büyük.

Nisandan bu yana..

| 3 Temmuz 2010 Cumartesi

Bundan bir önceki yazımı 24 Nisan 2010'da yazmışım.. Yani anlaşılan bayağı bir boşlamışım.. Tabi bu sürede burada dilimin döndüğünce karalayabileceğim çok şey oldu.. şimdi kalkıp mayıs ayında olan bir mevzuyu sanki dün olmuş gibi burada irdeleyemem.. Onun için kısa kısa kısa keserekten şöyle bir bakalım ne olmuş ne bitmiş :)

Baykal K. : Ülkemizde ilginç bir realite var.. Toplum içinde ayıp sayılan herşeye insanlar kişisel hayatlarında fazlası ile revaç gösteriyor.. Baykal amcanın gizli görüntüleride bunu doğrular nitelikte bence, Şahin K diye bilinen bir adam var Türk porno tarihine kendisini beyaz harflerle yazdırmış(neden beyaz? anladınız siz onu) , Şahin K bile artık komedyen olacağım diyerek Günah Keçisi isimli bir komedi filmi çekmeye başladı.. Baykal K. diyorum çünkü Şahin K.'dan sonra hiç kimse o sektörde adını Baykal kadar ileri götüremez :) Baykal'a tavsiyem bundan sonra yayınlayacağı filmlerin 2 ay öncesinden fragmanını yayınlarsa halk daha bir revaç gösterir! :)

Kılıçdaroğlunun genel başkan olması ve CHP'nin yükselişe geçmesi : (En azından öyle lanse edilmeye çalışılıyor..) Ancak eskilerin dediği gibi "Semer değişmiş ama Eşek yine bizim Eşek!" Mantelite aynı olduktan sonra 120 tane başkan değişse ne değişecek :)

Gazze'ye yardım gemileri : Hepinizin bildiği gibi Yükümüz insani yardım Rotamız Filistin sloganıyla yola çıkan gemiler daha uluslararası sulardayken saldırıya uğradılar ve benim önceki yazılarımdanda anlayacağınız üzere hiçmi hiç haz etmediğim israil tarafından.. ancak birde olayın paranoyak bakış açısı ile değerlendirilmesi var..
Ben bu İHH'yi ve bu derneğin başkanını hiç samimi bulmuyorum.. Gün gelecek bu adamda birşey çıkacak.. bu kanıya nereden vardığıma gelince.. elimde objektif olan birşey yok tamamen subjektif ve kendime has olan çıkarımlarım.. belki birazda küçük parçaları birleştirerek büyük resmin ne olduğu hakkında fikir yürütmek ve belkide bir sonraki yazımda gecikmeli olarak bu konudaki fikirlerimi ve çıkarımlarımı yazarım kimbilir..

Türkiye - İsrail ilişkileri : alçak koltuk krizi, protesto, rövanş derken tırmanan gerilimde en ağır sonuç yardım gemilerine yapılan saldırı oldu.. Türkiye bence tarihinin en iyi dışişleri bakanı ile müthiş bir prese başladı. Uluslarası camiada israile yakınlığı ile bilinen Fransa ve Amerika bile bu pres karşısında israili yalnız bırakmak zorunda kaldı (en azından bu olayda) .. Gel gelelim Türkiye geçtiğimiz hafta öyle birşey yapabilirdiki bu gemi olayının rövanşını fazla fazla alabilirdi. Belçikaya giden İsraile ait ve içerisinde kalburüstü yetkileri taşıyan askeri bir uçak hava sahamızı kullanmak istemiş ancak izin verilmemişti.. Türkiye o uçağı vurur o intikamıda alırdı ama.. o zamanda israilden farkmız kalmazdı.. Eskilerin dediği gibi.. hayvanla hayvan olmayacaksın!

Dünya Kupası : Lan lanet olsun o vuvuzela denilen bi naneye benzemeyen arı kovanını andıran sesi çıkartan şeyi icad eden kara kuru adama.. ne maç izleti ne keyif bıraktı.. en heyecanlı maçı izlerken bile o uyuz şey insan beynini uyuşturmak suretiyle heyecan bırakmadığı gibi uyku bile getiriyor! , Ayrıca Final Arjantin-İtalya yada İspanya olur demiştim.. Tek İspanya kaldı.. görünen o ki sanırım. Final Almanya-İspanya olacak gibi.. Uruguay-Gana maçı bence bol heyecanlı bir maçtı tek anlamadığım Gana teknik Traktör'ü (Direktör değil bence resmen Traktör!) A.Gyan denilen adama nasıl o kadar tahammül etti.. ve üstüne üstlük dakika 120'de penaltıyı nasıl o yontma taş devrinden kalma yontulmamış hıyara kullandırttı! Lan Appiah'a attır. takımda başka adam yok gibi. maç başından beri abanmaktan başka bişey yapamamış her atağı harcamış kendine gelen her topu ya heba etmiş ya kaptırmış adama dakika 120'de kazanılan penaltıyı kullandırt! Ben çıldırdım izlerken.. o Traktör nasıl sakin kalabildi anlamıyorum.. Bu arada finale Uruguay yada Paraguaydan biriside sürpriz yapabilir diyorum.. aslında grup maçları oynanırken Uruguay, Paraguay, Honduras'dan birisi sürpriz yapabilir diyordum. Honduras gitti kaldı 2 sürpriz yumurta! :)

Neyse şimdilik bu kadanak :) ..

Sular Çekiliyor

| 24 Nisan 2010 Cumartesi

Hepimizin bildiği bir söz var..

"Sular yükselince balıklar karıncaları, sular çekilince karıncalar balıkları yer"
Farkettinizmi Türkiye'de sular çekiliyor.. Bugüne kadar büyük bir iştahla karıncaları yiyenler, ezenler, hor görenler, saygı göstermeyenler kendi yapmadıklarını bugün "karıncalar"dan bekliyor..

İçinde yaşadıkları
"göl"ün sadece kendilerine ait olmasını, nehirlerle, okyanuslarla birleşmemesini, küçük ve kendi kontrollerinde kalmasını isteyenler bugünlerde çok kızgınlar.. bugüne değin kuralları biz koyarız siz uyarsınız modunda olanlar devranın değişmesini sindiremiyorlar..

Oysaki bilmelilerdi..
"Keser döner, sap döner.. gün gelir hesap döner"
İşte o dönüm noktasına çoktan geldik.. Keser döndü.. sap döndü.. Şimdilerde 4 senedir hesap masada tek taşa dönüyor.. ama en nihayetinde hesap bu masada "balıklara" kaldı..

Kapılar, Hayatlar, Sonuçlar..

| 23 Mart 2010 Salı

Her insanın şüphesiz izlediği bir yol, yaşadığı bir hayat ve vardığı bir sonuç vardır. Ancak kader öyle bir örgüdür ki, siz anlamadan bir yoldan çıkmış başka bir yola girmişsinizdir.. ve değişen sonuç sadece sizi ilgilendiren "kişisel sonuç" değil tüm dünyayı etkileyen "global bir sonuç" olabilir..


Papazlık, Boksörlük, Çiftçilik, Ressamlık, bunlar sadece aklıma gelenler.. eğer bazı kişiler bu saydığım mesleklerde başarısız olmasalar dünyanın kaderi bugün çok farklı olabilirdi. Nasılmı?

Eğer Lenin devam ettiği papazlık okulunda asi ve başarısız bir öğrenci olmak yerine uysal bir öğrenci olsa belki komünizm devlet yönetim biçimi olarak hiç doğmayacaktı.

Eğer John Sirica, Boksör olmak için gittiği miami'den hukuk fakultesini kazandığında dönmemiş olsaydı. belkide amerikayı sallayan watergate skandalı hiç patlak vermeyecekti.

Eğer Hitler ressam olabilse belki 2. dünya savaşı hiç yaşanmayacaktı.

Eğer Ulysses S. Grand çiftçilikte başarılı olsaydı. Hiç bir zaman amerikan başkanı olamayacak ve belkide amerikan iç savaşı çok farklı bir yerde, çok farklı sonuçlarla bitecekti.

Tabi bunlar olsaydı/olmasaydı minvalinde değerlendirildiğinde bu şekilde yorum yapabiliyoruz. ya kısmi ihtimaller. Örneğin Lenin papazlıkta başarılı olsa ama hitler ressam olamasa ve diktatör olsa belki şimdi rusya almanyanın bir eyaleti olacaktı.

Hayat ne garip bir sistem ki, sosyal hayatta başarısız olanların nedense siyaset ve askerlikte başarıya ulaştıklarını görüyoruz.

Mesela Abraham Lincoln'ün Amerikan başkanı olmadan önce tam 55 farklı başarısızlık tattığı ancak 56. defada amerikan seçimlerinde başarılı olarak amerikaya başkan olduğunu okumuştum. Abraham Lincoln ilk denemesinde başarılı olsa muhtemelen asla amerikaya başkan olamayacaktı.

Amerika'da hamburger'i ilk bulan kişinin bunu satacak bir pastane/restoran bulabilmek için tam 6000 görüşme yaptığını biliyormusunuz. Her defasında "bu tutmaz" denilerek reddedilmiş ancak yılmamış bir girişimci olarak 6001'ci denemede bir pastane ile anlaşan bu kişi Burger King'in (Başka bir rivayete göre McDonalds) temellerini atmıştı.

Tabiki Edison'uda unutmamak lazım. Bugün hemen her aşamada onun icatlarından istifade ediyoruz. En bilinir icadı ampul, kendisi ampul'ü icad etmek için 1000'den fazla deney yapmış ve başarısız olmuş. Bunu kendisini aşağılamak için kullanan düşmanlarınada ampulu bulduktan sonra şu cevabı vermişti. "Ben ampülden önce, ampül yapamamanın bin yolunu buldum"

Ya Edison 5. yada 10. denemede bu iş olmayacak diye vazgeçmiş olsaydı? Kimbilir belki hâla gaz lambası ile oturuyor olurduk akşamları..

Saymış olduğumuz kişilerin tamamı, hayatları ile "dünyanın kaderine" etki etmiş olan kişiler. Ancak onlar hayatlarını yaşarlarken bunu bilmiyorlardı. Zira biz içinde bulunduğumuz hayata dışarıdan bir gözle bakamadığımız için "büyük resmi" çoğu kez göremiyoruz. Dolayısı ile yaptıklarımızı/yapmadıklarımızı "o an"a göre değerlendiriyoruz. Ancak hayatımız bir kitap olsa bunu okumuş olsak nerede ne yaptığımızda bizi nereye götüreceğini biliyor olsak o zamanda bir anlamı olmayacaktı..

İçinde bulunduğumuz o an'ki ihtiyaçlara göre çok basit bir mantıkla yaptığımız tercihler, seçimler gün geldiğinde sizi çok farklı yerlere götürebilir. Eğer John Sirica, babasını kırmamak için Miami'den evine dönmemiş ve hukuk okumamış olsa bugün belki amerika bulunduğu konumda olmayabilirdi. Ancak şunu düşünün Sirica geri dönerken amacı "Hukuk okuyup yolsuzlukları aydınlatacağım" idealistliği değildi. Amacı "babasını üzmemek" gibi çok basit bir mantıkla insani kriterlere göre alınmış anlık bir karardı. Hoş ki bu kararı babasını üzmediği gibi günümüz itibariyle birçok amerikalıyıda sevindirmiştir ki oda bu tercihin bonus puanıdır.

Hani filmlerde, maçlarda görürüz ve duyarız kader anı/kırılma anı/dönüm noktası gibi tabirler kullanılır sık sık. John Sirica'nın eve dönmeye karar verdiği uzun uzun düşündüğü o gece bence amerikanın dönüm noktalarından birisidir. Hitler'in ulusal tartışmalara katılmaya başladı o ilk toplantı avrupanın ve başta almanyanın kader anıdır. Lenin'in papaz okulundan atılmasını sağlayan tasdiknameye müdürün imza attığı o an Rusyanın kader anıdır. Ancak o an için hiç kimse bunun farkında değildir.

Hz.Yusuf'da kuyuya atıldığında belki "Mısır'a Sultan" olacağını bilmiyordu.. Ancak gel görki Mısırın sultanlığına giden yol, kuyunun dibinden geçiyordu. Ne yanından ne sağından tam olarak dibinden..

Ne için yaşıyoruz

| 5 Mart 2010 Cuma

Son 5-6 yazıma bakacak olursak genelde hayat, memat meselelerine fazlaca takıldığımı ve zamanın avuçlarımızın arasından sessizce ve farkettirmeden akıp gitmesine ciddi ciddi kafayı taktığımı eminim sizlerde farketmişsinizdir.
Aslını isterseniz aklı başında her insanın bunun idrakinde olduğunu düşünüyorum. Zira ben aklımı 2009 yılına girerken aldım başıma.. Zira geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğinin idraki bende o vakte tekabül ediyor.
Bir daha tekrar şansı olmayan bir hayat var elimizde ve biz ne için, neyle, nasıl ve neden yaşıyoruz?

Ben şu aralar iyiden iyiye baba olma piskozuna girmiş durumdayım. Ne yapiyorsam oğlum/kızım için modundayım gerçi birazda işin gırgırındayım ama yatırımlarımız, planlarımız hep şu an yolda olan bebiş efendinin keyfi için :) Gerçi hoş bir zaman sonra o yaptıklarımızı beğenmeyecek, biz başında bütün gece uykusuz dikileceğiz sağlığı için ama o ileride belki bir bardak suyu getirmeye üşenecek.. Bunlarında farkındayım ve hayatta geri dönülmez bir yolun başında olduğumu hissediyorum. Artık ne rahat rahat sinemaya gidebileceğiz nede kafamızın estiği gibi gezebileceğiz ;) Artık hayatımıza yeni bir kavram giriyor.. çocuk :)

Çocuklu bir dünyada "dünya turuna çıkmanın" hayalini bile bir daha kuramayabilirim demek bu :) ve Serseri ruhumun içten içe tutuşmasını sağlayan, mıknatısın demiri çektiği gibi ruhumu kendisine çeken o canlı metal Harley Davidson Nightrod alma hayalinede şimdi el sallıyorum uzaktan :) nede olsa artık aile arabası gerek. :)

"Bu hayat, Beşiktaş sahilinden karşıya baktığımız da gördüğümüz anadolu yakası ve kız kulesi manzarası gibi birşey.. Yarın orada olacağının garantisi yok. Ama her baktığımızda orada"

Hayatta ne çok şey istiyoruz ve birçoğunu ya yapıyoruz ya yapamıyoruz. Ancak isteklerimiz tahterevallinin iki ucundaki iki farklı nesne gibi düşünülebilir. Birisi yukarı çıkarken diğer ister istemez aşağı iniyor.. Yani her zaman birinin olması için birinin yitip gitmesi gerekebiliyor. Tahterevallide paranın olduğu tarafı yükseltmek istediğimde emek,zaman ve sağlığımdan bir miktar feda ettim. Bazı şeyleri satın almak istedim. Ekonomik özgürlüğümü feda ettim. Ve şunu anladım şu hayatta insanın her istediği gerçek olmayabiliyor. Olayında para ile hiçbir alakası yok. Zenginlikle hele hele hiç yok. Zengin olanların herşeyi istediği gibi yaptığını düşünen arkadaşlara 3 satır yukarıda bahsettiğimiz tahterevalli teoremini hatırlatırım. sizce o zenginlik yada para onlara durduk yerde göktenmi indi? tabiki hayır ve hepsi o zenginliğe ulaşmak için birşeyleri verdi. ve şimdide korumak için veriyorlar.
Siz hiç Ahmet Nazif Zorlu'yu McDonald'sda hamburger yerken gördünüzmü? hayır görmediniz. Sabancı holding'in başı Güler Sabancı'yı hiçbirşeyi umursamayan bir tavırla Eminönü'nde balık ekmek yerken gördünüzmü? hayır görmediniz ve göremeyeceksinizde, Rahmi Koç'un converse ve kot giydiğini gördünüzmü göremediniz ve göremeyeceksiniz.

Niçin?

Çünkü onların seçtiği yaşamda tahterevallinin yukarıdaki ucu, yukarı çıkabilmek için bu saydıklarımızın hepsinin yapılmasını sağlayan şeyi aşağı indirdi. O şey ise Özgürlük.. Geçen yıl Rahmi Koç'un bir ropörtajını okumuştum. hayatında çok radikal değişikliklerin hiç olmadığını hemen hemen hergünün rutin olduğunu giyim tercihlerinin pek değişmediğini vs. anlatan uzun bir röportajdı.. Ne kadar kısıtlı bir hayat diye düşünmüştüm.

Demekki insanın istediklerini yapması için zengin olması değil özgür olması gerekiyor. İşte onun için tahterevallide zenginliği yukarı çıkartmak için uğraşmamak gerek diye düşünüyorum. Yukarıda olanın Özgürlük olması gerekir ki, bir kere gelinen şu hayatta insan hayatını kısıtlamalara takılmadan ve aldırmadan kendi yaptıkları ile kendini bağlamadan yaşayabilsin..

Eğer özgür değilseniz, Özgürlük için yarın bile çok geç olabilir.. Erken müdahalenin hayat kurtardığı günümüzde, Bir sabah radyoyu açtığınızda boğuk bir sesin sizden bahsettiğini duyarsınız..

"Umutsuz bir hasta için acil A RH + Özgürlük aranıyor"

Hayatımda eksik kalan birşeyler(mi) var !?

| 31 Ocak 2010 Pazar

Aslında herkese oluyormu bilmem.. hayatında birşeylerin eksik kaldığı hissine kapılmak fiili, zaman zaman bana oluyor.. Herşey yolunda giderken rayında giderken dahi olabiliyor insanın içinde birşeylerin eksikliğini hissetmektende kaynaklanabilen bir garip hüzün. Hani bazılarımızın "keşke"leri vardır. belkide bu eksiklikler o "keşke"lemelerdir.

Gerçi şuda bir düşünce ki, her "keşke" ancak en az iki ihtimalli durumlarda karşımıza çıkar. ve daima seçmediğimiz içimizde bir "keşke" yada bir "acı" bırakır.. eğer seçtiğimiz alternatif bizim canımızı sıkmışsa şayet işte o zaman "keşke"miz "acı" olma yolundadır.

İnsan daima seçmediğini yada seçemediğinin acısını çeker. aslında bizler sadece "hangi acı"yı çekeceğimizi seçeriz ve bunuda doğrudan yapmayız. karşımıza gelen iki ihtimalden birini seçeriz ve diğeri daima içimizde kalır. hele ki onuda deneme şansımız kalmamışsa , ve biz ilk tercihi yaparken kendimiz için en iyi olanı seçmişte olsak.. diğer içimizde daima bir "acaba"dır.. ve bu "acaba" bir yerden sonra "keşke"leşir ve belkide tadı "acı"laşır..

Örneklendirecek olursak,

Ahmet diye 19 yaşında bir karakterimiz olsun ve bu genç bir karakter olsun. Ahmet'in önünde iki yol vardır. Ahmet ya Üniversiteye gidecektir yada Altyapısında oynadığı klubün A takımına gidip profesyonel futbolcu olacaktır. Ahmet bunların ikisinin aynı anda yürümeyeceğini çok iyi bilmektedir. ve bu Ahmetin hayatında bir yol ayrımıdır. Ahmet Üniversiteye gitse mezun olsa bir işe girse yönetici dahi olsa, asla bir futbolcu kadar kazanamayacaktır ve olaya tamamen sportif açıdan baksa dahi haftasonu arkadaşları ile yaptığı halısaha maçları dahi onu tatmin etmeyecektir. bu durumda "acaba" sorusu daima aklını meşgul edecektir. bir süre sonra Ahmet'in işyerinde işler yolunda gitmemeye başlasa ve Ahmet'in işsiz kalma riski ortaya çıksa "acaba" sı gidecek ve yerine "keşke" gelecektir.. ve Ahmet işsiz kalmaması gereken kritik bir dönemde işsiz kalırsa ve bu bir takım edimlerini yerine getirmesini engellerse bu durumdada bu "keşke" ona koskoca bir "acı" olarak yansıyacaktır.. Ahmet'in futbolculuğu seçtiğini düşünelim ve bunda başarılı olamadığını ancak başkada bir çıkış yolu bulamadığını düşünelim Ahmet A takıma seçilmenin hayalini kurarken birden bire 2. hatta 3. lige kadar gitti diyelim. o zaman Ahmet "acaba" okusam dahamı iyi olacaktı demekten kendini alamayacaktır. kadro dışı kalma, sakatlanma durumlarında klüp bazı şeyleri karşılamadığında yada Ahmet takımdan kovulacak olursa o durumda o acaba bir "keşke"ye dönüşecektir. ve nihayet Ahmet işsiz kaldığında yada parasız kaldığında okumamanın "acı"sı içine çökecektir.

İşte bu örnekten de görüyoruz ki insanın eksikliğini hissettiği şey daima seçmediği seçenektir. A şıkkını seçerse B, B şıkkını seçerse A daima eksik kalacaktır. 

Herkesin kendi hayatında "acaba"ları, "keşke"leri ve "acı"ları vardır..

Hiç şüphesiz ki benimde var, ama ben bir yol buldum.. illaki hatırlayanlarımız olacaktır. Fizikte , Elektronik'te , Kimya'da dahi karşımıza gelen bir metod vardır "nötrleme" deriz. her - için bir + feda ederiz ve bunları "sıfırlarız" yada "nötrleriz"

Ben böyle yapıyorum her "keşke"yi hayatımda "iyiki" dediğim birşeyle "nötr"lüyorum.. 

Mesela;

Harley Davidson Night Rod alamadım ama "iyiki" bir ev aldım (çok şükür) ,

Diyorum ve bir acı ile bir mutluluğu nötrlüyorum.. Acı daha büyükse mutluluk onun bir kısmını nötrlediği için acı küçülmüş oluyor.. Mutluluk büyükse acıyı sildiği gibi üstüne bir miktar gülümsemede bu nötrlemeden bozuk para misali elimizde kalabiliyor. 

Aslında insanın acıyada ihtiyacı var. Mesela bir tohum önce kendini sonra toprağı çatlatacak ki boy verebilsin.. Ya da ipek böceği o acıyı çekecek ki kelebek olabilsin. İşte bunuda düşündüğümüzde silemediğimiz acılarla mutlu olmayı öğrenmiş oluruz. Zira her acı kendisinden sonra gelecek mutluluğun değerini bilmemizi öğreten bir öğretmendir. İşte bundan dolayıdır ki mutluyum. hayatımdaki eksiklikleri bazı acılarla kapatmak hem tasarruf oluyor insanın hayatında hem "acı"yı "acı" olmaktan çıkartıyor.. Hepiniz görmüşsünüzdür çocukluğunuzda annelerimizin yağ bittiğinde yağ kutularını saksı yaptığını.. Bu öyle birşey işte "acı"yı bir yerde kullandığın zaman artık o "acı" olmuyor.. tıpkı saksı olan yağ kutuları gibi yeni birşeye dönüşüyor. Annenizin saksı yapmasından sonra nasıl artık o yağ kutusunu "yağ kutusu" olarak değilde "saksı" olarak adlandırıyorsanız bu da öyle .. Bi nevi somut şeylerde olduğu gibi alabildiğine soyut olan değerlerde de tasarruf yolunu benimsemek gerekiyor.

Mesela "acı" yı yaygın olarak yapılan ve benimde zaman zaman yaptığım gibi bir "motive" aracı olarak kullanabilirsiniz. ve artık o bir zaman sonra sizin "acı"nız değil, sizi hedefe götüren bir "araç" olur. Buda hayatınızda olumsuz yer tutan bir şeyi olumluya çevirmek demektir. "Soyut tasarruf" bir manada da..

"Acı"yı motive için en iyi nasıl kullanırım diyorsanız mesela bi "Monte Kristo Kontu" , bi "Esaretin Bedeli" yada bi "Prestige" filmlerini izlemenizi tavsiye ederim. Hoş şu aralar TV'lerde Monte Kristo Kontu'nun çakması olarak Ezel diye bir dizi arzı endam ediyormuş onuda izleseniz aynı sonuca varırmısınız bilemem :)

Yaradılış gereği herkesin bir yarası vardır. Kimisi güzel değilim der kendinde bu yarayı bulur. Kimisi zengin değilim der bunu görür.. ama herkesin bir yarası vardır.. İşte bu yaraları deşenlerin ortaya çıkardığı pervasız acıyı, siz acının kaynağını ortadan kaldırmak için kullanın. bi nevi acınızı acınızla vurun ki. Bir daha çıkmasın.. Acıyı deşenede sağlam bir kapak olsun..

ve kapaklarınızı biriktirin.. Belki bir kampanya olur 3 kapak getirene bir mutluluk verilir.. 

Kader müthiş büyüklükte kusursuz bir örümcek ağı gibi.. elinizin değdiği hangi ipin hangi ilmeğin geleceğinizde neyi değiştireceğini bilememek o kadar düşündürücü ki, bu işin ciddi ciddi hakkını verecek olsak nefes dahi almakta zorlanmamız gerekiyor.. İşte bilerek yada bilmeyerek yürüdüğümüz hayat yolunda dokunduğumuz bir ip yada ilmek öyle bir kördüğüm olabiliyor ki her elinize geldiğinde canınızı yakıyor. yada öyle bir perde açıyor ki önünüzde size sefasını sürmek kalabiliyor.. 

Çok duymuşsunuzdur insanların şükrederken "Allahım verdiğin nimetlere hamdolsun" dediğini..

Bence bunun doğrusu şöyle olmalı ,

"Allahım verdiğin ve vermediğin nimetlere hamdolsun" .. 

Zira dünyalık adına öyle nimetlere boğulursunuz ki malınızın hesabını bilmezsiniz önünüzü göremezsiniz.. Gün gelir , 

Halis Toprak gibi "keşke" eşek sırtında mal sattığım günlerde kalsaydımda böyle olmasaydım! dersiniz.

İşte bu açıdan bakıldığında "verilmeyenlere"de şükretmek gerekir ki.. kaldıramayacağımız "acı"ların altında kalmayarak derin "keşke"lere mahkum olmayalım..

Taraf-sızmıyız- ?

| 25 Ocak 2010 Pazartesi

Ben,

Terörle , Törelerle , Tabularla , Tabutlarla , Taburlarla , tanınmış,

Tüm tarafları, Tankla, Topla, Tüfekle, Taranmış..

Tuzaklar, Taaruzlar, Trajedilerle, Tahriklerle, Travmalarla, Tehditlerle, Tavizler, Tacizler, Tuhaf Tezgahlarla, Tüketilmiş, Tıkanmış, Terslenmiş, Terkedilmiş, Terkettirilmiş, Tepkisizleştirilmiş,

Tüm Tahammülü Tükenmiş, TÜRKİYE'nin

Tavrı, Tepkisi, Tepkilisi, Tetiği, Teşebbüsü, Tecellisi, Tercümesi, Tabiri, Tarifi, Tarafıyım.

Taraf'ım


Hayatım Benim..

| 6 Ocak 2010 Çarşamba

Bundan bir müddet önce Başarılı insan diye bir yazı yazmıştım. Orada batılı bir düşünür olan Alfred de Vigny'in bir sözünden yola çıkarak kendi mini sentezimi yapmıştım. Alfred de Vigny şunu söylemişti.

"Başarılı insan, Ergin yaşa geldiğinde çocukluk hayallerini gerçekleştirebilmiş olandır"

Ben yapmış olduğum sentezin sonunda başarılımısın diye bana sorulursa başarısız değilim derim ancak başarılımısın sorusunun bana sorulma vakti henüz gelmedi demiştim. Zaman çabuk geçti ve şu anda o yazının üzerinden nereden baksanız 5 ay aktı gitti şimdi o sorunun bana sorulma zamanı geldi.. Başarılımıyım ?

Evet Başarılıyım. Ama kime göre neye göre. Kalkıpta kendimi Rahmi Koç'a göre başarılı buluyorum demedim zaten :) kendime göre başarılıyım. Çünkü çocukluk hayallerimin %80'ini hemen hemen hayata geçirmeyi başarmış bir adam görüyorum kendime baktığımda.. ve bu adam mutlu..

Bu adamın Çocukluk hayallerinden geriye gerçekleşmek için bekleyen tek nesne kaldı. Geri kalanları tamamladı. Sağlam bir işe sahip oldu, Güzel bir evlilik yaptı, Herkesin yarıştan düğtüğü ve artık tamam dediği anda gerilerden geldi ve yola devam etti. Bu yolun ismi eğitimdi.. ilkokul öğretmeni onu severdi oda ilkokul öğretmenini severdi. Ama öğretmenin ondan umudu yoktu. Belkide onun haylazlıklarıydı öğretmenini umutsuz kılan, öğretmenin elbette umutlu olduğu öğrencileride vardı, ve Fen lisesi sınavları için öğretmen onları hazırlarken umutsuz olduğu öğrencilerini "top oynamak" için bahçeye salıyordu. Çocuk aklı oyunu daha tatlı bulduğu için hiç dert etmiyordu "acaba biz neden diğerleri ders yaparken top oynuyoruz" diye dertlenmiyordu.. Çünkü çocuk kalbi o ayrımı anlayamamıştı.. bahçedekiler aslında siyah civcivlerdi.. Hoş olanda şuydu. Öğretmenin özel olarak üstüne eğildiği ve eğittiği beklenti içinde olduğu başarılı olacağını öngördüğü öğrencilerin tamamı o sınavda.. onlarında içinden büyük bir kısmı hayat sınavında başarısız gördüklerinin gerisinde kaldı..

Yıllar sonra bir gün bu adam bir belediye otobüsünde karşılaştı öğretmeniyle.. hasbihal hoş beş derken öğretmen önce neler yaptığını nerelerde olduğunu fln sordu.. ve daha sonra aldığı cevaplar karşısında yüzünde bir tebessüm oluştu.. takdir eden bir bakışla ve başını öne doğru bir kaç kez sallayarak "afferim evladım. geçte olsa anladım ki biz ne kadar su versekte, herkes kendi içinde kendi tohumunu saklıyor. Çınar ağacının tohumu çimene göre geç çatlasada onu zaman büyütüyor. biz ise tohumdan her erken çıkanı başarılı, geç kalanı başarısız addetmişiz" dedi.. Bu adam o gün otobüsten indiğinde kendisi için geç gelen bu zafere sevinmişti..

Üniversite, iş derken evden çıkalı 8-9 sene olmuştu ki bu adamın evlilik çaldı kapısını. Beklediğinden daha erken gelmişti. Ama güzel bir evlilik yaptı. Kendisi için güzel bir zafer daha kazanmıştı. Çünkü evlilik konusunda hassastı ve yaptığı evlilik tamda istediği gibiydi.. Kısacası bu adam mutluluğuda bulmuştu..

Bu adam daha 6-7 yaşlarındayken, bazen mahallenin top sahahısına giderdi. ve top sahasının yanında "çatısında penceresi ve balkonu olan bir ev" vardı kocaman.. Büyüyünce kendisininde böyle bir eve sahip olacağı hayalini kurar ve buna dalıp gittiğide olurdu. Bu adam o eve hep imrenerek ve gıpta ile bakardı. yanından geçerken her detayını çocuk kriterlerine göre inceler ve sıradışı bulurdu.. Yıllar çabuk geçti bu hayaller belkide 2o yıl geride kalmıştı. Bu adam o hayali çoktan unutmuştu.. Ama geçtiğimiz günlerde kurduğu hayaller yakaladı onu ve hayalindeki "çatısında penceresi ve balkonu olan ev" çıkageldi karşısına, Öyle ya hatırladı o unuttuğu hayali.. Bu sefer gerçekleştirmesi için hayali bulmuştu onu.. Ama artık bu adam büyümüştü. Kriterler değişmişti çocuk kriterlerin yerine ev'in yeni binamı eski binamı olduğu, depreme dayanıklılığı, ulaşıma yakınlığı gibi istanbuk kriterleri ağır basmıştı.. ama içinde atıp durmakta olan çocuk kalbinin hayalleri kaldırmıştı ağır basan bütün kriterleri. ve bu adam karıncadan ibret almıştı.. boyundan çok büyük yükün altına girmeyi..

Önce bi araştırma yoluna gitti. Etrafına bakındı. Çevresindeki insanların çoğunun 40 yaşına geldiğinde evi yoksa daha sonra ev sahibi olamadığını gördü. Eve baktı ev güzeldi. hemen sokağın başında kocaman devasa bir park vardı. Burada ileride olacağını umud ettiği çocuğu ile oyun oynayabileceğini ve çocuğu için oyun alanı olduğunu gördü. Az ileriside zaten okuldu. Çocuk okula giderken en fazla 5 dk ya yürüyecek ya yürümeyecekti. Evin 1 km ilerisinde çok büyük bir hastane yapılıyordu ki buda büyük bir artıydı.. asıl önemli olan ise sokağın diğer başı ile caddenin kesiştiği yere metro yapılıyordu. Bu sefer çocuk kriterleri, yerine ekonomist/yatırımcı kriterleri ile düşünmüştü ve yaptığı değerlendirme neticesinde şunu gördü daha borcu bitmeden ev kendi değerini 3 yada 4'e katlayacaktı.

Her ne kadar Al/sat amacıyla bir yatırım olmasada mülkün değerlenmesi elbette güzeldi. Düşündü. Terası büyütmeyi.. Terası cam balkon yapmayı.. Yağmur damlaları o cama vururken başını kaldırdığında bütün bulutları görerek o balkonda sıcak çay yudumlamak çok güzel olacaktı. Terasın bir köşesine orta ölçekli bir teleskop koymayı düşündü.. Sıcak yaz akşamlarında yıldızları izlemek güzeldi.. ancak yakından görmek daha tatlı olabilirdi.. Hem ileride çocuğu içinde güzel bir meşgale olabilirdi bu teleskop.. tabi kendisinden çocuğuna zaman kalırsa :) Sonra terasın bir kısmınıda mini bir atölye yapmayı düşündü. Eli birazda olsa yatkındı bişeyler yapmaya.. Ev için aksesuar bişeyler yapabilirim yada ne bileyim biraz zorlarsam kendime göre birşeyler çıkartabilirim diye düşündü..

ve yarın inşallah bir aksilik olmazsa, bu adam bütün bu hayallerin tapusunu almaya gidecek..

Hem kimbilir belki ev aldık diye çocuk gelir, yada çocuk gelirken ev getirir :)

Geriye sadece 1 tane hayalim kaldı gerçekleşmeyi bekleyen.. ama onu sizde çok seveceksiniz.. resmi aşağıda..

Tanıştırayım, Harley Davidson ~ Night Rod Special VRSCDX

Beşiktaşk!

| 14 Aralık 2009 Pazartesi










El emeği göz nuru..

Karpuz Kabuğundan Gemiler'in "Kaptan"ına

| 7 Aralık 2009 Pazartesi

Ege bölgesinde olup da kutup iklimi göstermekte olan güzide küçük şehir Kütahya... Ve yakınında yamacında ne denizi var, ne de öyle büyük bir göl'ü. Kütahya'dan 15-20 km uzakta en büyük ilçesi Tavşanlı. Daha hiç görmedim , Tavşanlıda ikamet edip "nerelisin" diye sorulduğunda Kütahyalı'yım diyeni. Rivayet o ki, Kütahya ile Tavşanlı il olmak yolunda başabaş giderken, Kütahya atmış son çalımı kapmış valiliği. Kaymakamlık makamı kesmemiş tabi Tavşanlılılar'ı ki onlar da koymuşlar mesafeyi.
Tavşanlı’nın İnsanı cana yakın, misafirperver ve bir o kadar da içten. Kaptan da oralı. Tavşanlı, topraklarının bir kısmında maden bulunan ve kömür çıkartılan, bir diğer kısmında uçsuz bucaksız tarlaları ve bozkırları olan; tarlaların arasında bir şiir, bir türkü gibi akan tren yollarında ara sıra şiirin nakaratıymışcasına görünen trenlerin dumanları ve efkarlı çalan sirenleri ile çınlayan bu sıcak anadolu topraklarında insanın aklına belki en son gelebilecek şeydi gemi yapmak. Hem de karpuz kabuklarından...Ve bir çocukluk hayalini yerine getirmenin belki de gönül rahatlığı ile gitti Ahmet Uluçay ebediyete. Kim bilir bundan sonra belki de gemilerini Kevser ırmağında yüzdürecek bir ızdıraptan kurtulmuşcasına neşeyle el sallayarak gemilerinin güvertesinden.
Bu yazı benim için belki bir vefa borcunu ödemek sayılabilir. Hayatının bir kısmında Kütahya'da bulunmuş ekmeğini yemiş suyunu içmiş birisi olarak tahmin ediyorum ki hemen herkes üzülmüş olmalı. Zira Ahmet Uluçay ölümüne üzülünmeyecek birisi değildi. Ekranda çok insan görürsünüz aslını, neslini inkar eden. Anasına darılmış babasına yol vermiş, memleketinden utanan, buldumcuk olan ve kendini sanki bulunduğu yere gökten inmiş gibi addeden...
Uluçay, bu açıdan bakıldığında nankör değildi. Google'de bile görsellerde arattığınızda ismini, sistemin size vereceği resimlere bakın. Sizin benim hepimizin fotoğraf çekinebileceği sıradan ortamlarda yansımış objektiflere bir odada sırtını sıradan bir çekyata yaslamış yerde oturarak çay içerken ya da bir bahçede ot ayıklarken... Kasmamış hiç başkası olmak ya da başkası gibi görünmek , başkalaşmak için neyse o olmuş yani. Mevlana’nın dediği gibi “olduğu gibi görünmek”ten de utanmamış. Emsalleri ya da çakma bir kısa film çevirenler bile bulutlarda gezerken sanki Steven Spielberg’le yumurta ikiziymişcesine, kaptan karpuz kabuğundan gemilerin bulutlarda yüzmeyeceğini bilmenin ağırbaşlılığı ile basıyordu yere. ve birçoğunun bulutlardan düştüğünde canının nasıl yandığını çoğumuz gördük. Ama kaptan düşecek adam değildi; çünkü zaten yerdeydi ve yine birçoğunun yaptığı hatayı yapmıyordu. Sanat’ı cinsellikte, sapkınlıkta aramıyor ve belki onun içinde diğer yönetmenler onu anlamıyordu. Öyle ya o anadolu insanıydı “öpüş, koklaş, oynaş reytingi kap” onun ve anadolunun felsefesi değildi. Yürek insanı olmak başkaydı.
Memleketinden ve kendi insanından utanmamış her 10 ünlüden 7-8'inin yaptığı gibi sırtını çevirmemiş ve yine belki de doğduğu evde ömrünün geçtiği o mahallede yaşamaya devam etmiş ve şöhret şımartamamıştı onu. Hatırlıyorum bundan çok uzun süre önce yanılmıyorsam 5-6 sene öncesi 8-10 yönetmenle birlikte "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmi hakkında düzenlenen bir söyleşi programına katılmıştı. Amaç "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmini ya da Uluçay'ın performansını değerlendirmekti. Ekran'da 2-3 saat kaldılar. Program maksadını aştı. Her yönetmen amaçtan sapıp kendini övmeye ve hatta bu övgüyü başkasını eleştirerek ve küçük görerek yapmaya çalışırken ve bu konuda yarışırken, içlerinde en mütevazisi Ahmet Uluçay'dı kendisine yapılan her salvo'yu, her saldırıyı büyük insanların yaptığı gibi metanet, dirayet ve tevazu ile göğüslemiş ve bir kere olsun içlerinden birine bunu diyemezsin sende kim oluyorsun vs. gibi çıkış göstermemiş efendiliğin son noktasında iyi bir temsil sergilemişti. ondandır ki. program bittiğinde salon program boyunca konuşanları atıp tutan, kendini öven, başkasını küçük gören ama kendisi küçük olanları değil onu alkışlıyordu o ise yine başı önce tevazu ile şımarmadan efendiliğin bir başka yönünü ortaya koymuştu.
Kaptan uzun bir yolculuğa çıktı... Ve biliyoruz ki Allah, kendisinden olup insanlara da bahşettiği güzel sıfatları taşıyanları, kibirlenmeyenleri sever. Kaptan tüm dünya denizlerinden ve sinema perdesinden, bulunabilecek bütün yanık buğday kokulu ve turuncu tonlarında envai çeşit tarlalardan , tarlaların arasında dolaşan nakaratımsı tren katarlarından ve karpuz kabuklarından artık uzaklarda...Uzun bir yolda...
Cenazenin arkasından alkış patlatılmaz. Ama bir Fatiha'yı da çok görmeyin, gün gelir size de çıkacağınız uzun yolculukta lazım olur. Kaptan’a okuyacağınız fatiha zamanı geldiğinde sizi de bulur.
Not : Bu yazıyı redakte eden arkadaşım Ömer Demir'e teşekkürler

Borsa La borsaa.. Bursa değil.. :)

| 9 Kasım 2009 Pazartesi

Bugün öğle tatilinde arkadaşlarla konuşuyorum.. şöyle temizinden fazlaca bi 5 bin'im olsa karartır gözümü borsaya girerim dedim. Arkadaş'ın birisi bunu "Bursaya giderim" diye anlamış ve tepkisi şu oldu.. "ne bursası bee beşbinim olsa parise giderim!" o arkadaşıma yolun açık olsun diyoruz ve mini bir gözden geçirme yapiyoruz.

BJKAS hissesi uçacak demedi demeyin.

10/11/2008 tarihinde cebimizde 1500 TL paramız olsa ve 1.50'den 1000 adet BJKAS (Beşiktaş A.Ş) hissesi alsak , ve ardından bu 1000 adet hisseyi 22/05/2009 tarihinde 12.50 TL'den satsak , 6 ay içerisinde 1500 liramızı 12500 TL yapmış olurduk.


Hep söylediğim gibi futboldan anlayan adam , iddaa oynamaz Borsaya girer. Borsa ile iddaa'yı karşılaştıracak değilim. ama iddaa'da 3 maç tuttur 5 maç yatır derken 1500 lira harcar 12500 lira kazanamazsınız yada bunu çok nadiren yaparsınız. Ancak borsayı ve futbolu okumayı biliyorsanız bunu her an yapabilirsiniz.

Bugün BJKAS hisseleri 4,50 civarlarında seyrediyor. Şu an 5000 TL param olsa hiç bakmaz girerim ve tüm paramla BJKAS hissesi alırım. Nedenmi ? takım Türkcell Süper Lig'de son 5 maçtır puan kaybetmiyor. Tekrar ilk 3 içerisine girdi. Haftaya FB derbisi var. ve İnönü'de oynanacak maç Beşiktaş'ın maçı kazanması daha muhtemel.. kazandığı takdirde hisseler en azından 7.00 yada 7.20 TL seviyelerine zıplar ki bugün Beşiktaş'a 5000 TL ile küçük ortak olan hisse sahibi Beşiktaş'ın kazanacağı FB maçından sonra, yatırmış olduğu 5000 Lirasını 8000 TL yapmış olur. ne kadar sürede 1,5 haftada .. bunada kısa günün kârı diyebiliriz.

Beşiktaş'ın geçen hafta içerisinde Trabzon maçından önce ve sonraki hisse tablosuna baktığımızda 3,70'den 4,50'ye çıktığını görürüz ki bu'da en azından hisselerinde takımın çıkışa geçmesi ile tırmanma şeridine geçtiğini gösterir.

Akıllı ve riski seven adamın arayıpta bulamayacağı hisse bu hissedir diyorum.

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Alınmayacak hisse

Transtürk Holding A.Ş -

Hisse takriben 6 ay süreyle 0,18 TL civarında dolaşırken , nasıl oluyorsa ne oluyorsa birden bire 25 gün içerisinde 0,88 TL'ye zıplıyor.. Ben bunun spekülasyon olabileceğini düşünüyorum. Yoksa bu adamlar altın madenimi bulmuşlar ki %488 fiyat zıplaması olmuş ? Hissenin dünü ve bugünü aynı lot başına 0,88 TL'de kuruş sapma yok. Şimdi bu hisseyi 0,18 TL oldugu zamanda bir duyumla gaza gelerek almış olsanız satmanın tam zamanıydı. 1000 TL'ye 5555 hisse alırdınız ve şimdi bugün bu hisseleri 0,88 TL'den satarak 4888 TL yapardınız. Ancak gaza gelip sakın hisseyi şimdi almayın.. Aksi takdirde balon patlar.. sizin parada balonun havasıyla beraber atmosfere karışır :)

Oltaya takılanlar

| 21 Ekim 2009 Çarşamba

Çevrelerine uymak icin kendilerini yontanlar, tükenip giderler R.HULL
"Yalakalara kapak olsun"

Erkekte gelecek kadında geçmiş ararım. OSCAR WILDE
"Amca kısaca kaşarlarla takılmam demiş"

Boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır. Tagore
"10"

Kötümser yanlız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve de gelecek treni görür. J.Harris
"Zeki Müren'ide görecekmiyiz ?"

En büyük zafer, hiç düşmemek değil, her düşüşte kalkabilmektir. Robert Frost
"Yıkılmaaadım Ayaktaaayım" :p

Dünyanın en kötü ordusu avustralyadır,fakat onlarında kazanmayı tatması için tanrı italyan ordusunu yaratmıştır. Napolyon
"Düşmana iltifatmı? dosta hakaretmi?"

Ölmek birşey değilde , yalnız kalacak dünya. Aziz Nesin
"Yusuf! Yusuf!"

Bu dünyaya istediğimiz gibi gelmedik, bu dünyadanda istediğimiz gibi gitmeyeceğiz. Ömer Hayyam
"Gideceğini bilmekte güzel birşey"

Batı yalanların üzerinde yaşar,doğu doğruların üzerinde uyur. Hüseyin Nâsr
"ve bu uykudan elbet birgün uyanılır"

Yaşam, siz başka planlar yaparken başınıza gelenlerdir. John Lennon
"Demekki yaşam ölümden öncesi değil.. ölümden sonrası"

İnsan güldüğü kadar insandır. Moliere
"Günü geldiğinde ise öldüğü kadar insandır"

Anı yazmak, ölümün elinden birşey kurtarmaktır. Andre Gide
"Sevgili günlük.. ben bu mısraları yazarken.."

Düşlemek bilmekten daha önemlidir. Albert Einstain
"Çünkü bilginin sınırı var, hayal gücü sınırsızlık demek"

Para açlığı giderir, mutsuzluğu değil. Yemek mideyi doyurur, ruhu değil. Bernard Shaw
"Şekerim para ile saadet olmaz" :)

Zayıf daima adalet ve eşitlik ister, ancak bu kuvvetlinin umrunda bile değildir. Aristoteles
"Günümüzde bunu zaten her alanda görüyoruz"

İnsanları niçin öldürüyorsunuz, biraz bekleyin zaten ölecekler. Konfüçyüs
"Sabırsızlar"


Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir. Konfüçyüs
"Konfüçyüs iyiki bu çağda yaşamamış yoksa çıldırırmış"

Akıl Padişahı kafesi kırdığı zaman, kuşların her biri başka bir yöne uçar. Mevlana
"Ya padişahı dellendirme, ya kuşları ürkütme!"


Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur. Mevlana
"Nerede olduğun değil ne ile olduğundur önemli olan"


Küfürle iman, yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onları ayıran bir berzah var, birbirine karışmazlar. Mevlana
"10"


Kadınların cehennemi yaşlılıktır. Laroçhef Oucauld
"Hangisine yaşlanıyorsun desem aksini iddia etmiştir" :)

İnsanın iyisi, talihin kötüsünde belli olur. Shakespeare
"O zaman iyi insan piyangodan çıkan büyük ikramiyedir"

Kadınla müziğin yaşı olmaz. Oliver Goldsmith
"kadınına ve müziğine göre değişir o"

Kadını yedir, giydir, mücevherlerle ve başka güzel şeylerle süsle, fakat sakın ona akıl danışma. Pançatantra
"Bu amcayı atacaksın 2-3 tane cadının önüne seyreyle sonra faaliyeti"

Yasalar ölür, kitaplar kalır. Bulwer-Lytton
"100 yıl önceki yasaları bugün bilen yok.. kitaplar ise hala ölümsüz"


Büyük işler başarmak isteyen kimse ölüm yokmuş gibi yaşamalıdır. Vauvenargues
"Ölüm geldiğinde de mort olup kalacak o zaman"


Bugün dünün öğrencisidir. Publilius Syrus
"Yarında bugün'ün öğrencisi ise, 2 öncesi prof. olur"


Ana rahminden geldik pazara bir kefen aldık döndük mezara. Yunus Emre
"Oradanda yolculuk, ebedi hayata"


Bugüne güvenme yarının varmı? Gençliğine güvenme ölenler hep ihtiyar mı? Hallac-ı Mansur
"10"


Kadın, insanın gölgesi gibidir; kovalarsanız kaçar, kaçarsanız kovalar. Chamfort
"En iyisi pek tınlamamak, bırak kendi haline" :)


Kadın ilk öpücükte neler kazanacağını bilemez,ama son öpücükte neler kaybettiğini bilir. Balzac
"öpüşmek yada öpüşmemek işte bütün mesele bu"


Doğru ile eğri arasında bir taraf olan, bertaraf olur. Anonim
"Sen doğrudan taraf ol, bertaraf olacak nasılsa bulunur"


Maddi hayata tapanlar, deniz suyu içenlere benzerler, içtikçe, susuzlukları artar. Bediüzzaman
"10"


Bir akşam güneşi gibi bu fani dünyayı terk eden insan,Bitmeyen bir sabah güneşi gibi,ebediyyet ufuklarında doğar. Muhammed İKBAL
"10"

Ey yolcu uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha, Bir kupkuru çöl var, Ne ışık var,ne de vâha! Mehmet Akif ERSOY
"10"


Hangi tohum,toprağa gömüldü de tekrar çıkmadı,Niçin,insan denen tohum hakkında şüphe ediyorsun.Mevlana
"10"


İnsan ölmek için doğar, ölümü unutmak için değil. Anonim
"İnsan Nisyan'la malül ne de olsa"