Bir Müddet Zeytin Yiyeceğiz , Sonra..

| 12 Nisan 2007 Perşembe

Kendisini karşılayan sekretere; Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine sekreterbirden ciddileşti: "Nazif Bey mi?" dedi. "Evet, Nazif Bey!" diye cevapalınca, hüzünlü bir ses tonuyla "Nazif Bey sizlere ömür efendim, onukaybedeli dört yıl oldu." dedi. Hiç beklemediği bu haberle bir acısaplandıyüreğine. "Ya, öyle mi.?" diyebildi sadece. Hicranlı bir suskunlukla birmüddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüpgöğsüne damladı. Kendisini toparlayıp "Onun adına görüşebileceğim biryakını var mı acaba?" diye sordu. "Evet var, oğlu Selim Bey....". Titrekbir sesle "Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim?" dedi. Görevli hanım,insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye, "Selim Bey oldukça meşgulbir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yine dekendisine bir haber vereyim." dedi ve telefona yöneldi.. Sonra "Kimdiyelim efendim?" diye sordu. "Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım."cevabı üzerine sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra mütebessim birçehreyle, "Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takipedin." dedi. Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş genişbir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyıaçarak, 'Buyurun!' dedi. O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen vakurve mütebessim gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,"Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir." dedi. "Bendeniz de Selim Cebeci.Lütfen buyurun, oturun." dedi, genç iş adamı. Mehmet Bey, kendisinegösterilen yere oturur oturmaz: "Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl. Vaktiylebana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânıbekledim." dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu. "Ama o büyük insanınelini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam."Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü: "Fakat en azındano büyük insanın mahdumunun elini sıkmaktan da bahtiyarım." Misafirin busözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu.Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine:"Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?"Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla"Evet" dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı. "Babamlasizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık." dedi. Profesörün yanına gelerekiki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve "Sizi karşıma Allahçıkardı." dedi. Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı. "Uzun yıllar beni miaradınız? Peki ama neden?" dedi. Selim Bey gülen gözlerle profesörebakarak "Bizdeki emanetinizi vermek için..." deyince, profesörünşaşkınlığı iyiden iyiye arttı. "Emanet mi?" dedi. Selim Bey cevap vermedenyerine geçip telefonu çevirdi. Karşısındakine "Gelebilir misiniz?" deyiptelefonu kapattı. Mehmet Bey, şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapıçalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi. Selim Bey ona yanına gelmesiniişaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şeysöylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlıbir sohbete başladı. Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık,yerini birbirlerine hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındakisevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındakitahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyenmemleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresinigöstererek, "Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum." dedi. "Bana yalnızcamaddî destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışındatahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu.'Sana bunun için burs vermedim.' diyerek bana istikamet verdi. Ona hernamazımda dua ediyorum." dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardakifotografına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâveremediği diğer tabloya kaydı. Son derece şık bir çerçevenin içinde,bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu.Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığınıfark etti: "Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra..." Selim Bey,kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı tablodakalmıştı. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümlede birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu: "Bir müddet sabredeceğiz,sonra..." İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidiptabloyu iyice inceleyecekti; fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızcasohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu. Ancak herseferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu. Üçüncü cümlede: "Bir müddet yürüyeceğiz, sonra..." diye yazıyor ve altta böyle birkaçcümle daha sıralanıyordu. Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp,"Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâveremedim." Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derinbir nefes alarak: "Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi birhayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginliktengeriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleriartık annem yapıyordu. Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytinkoyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin...Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?' diye sormuştum. Bu sorukarşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor.Annemin ağlayışına mukabil babam: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...'dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi,'Alışacağız.' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç günsonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar birmahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız dakalmamıştı. Annem bezgin bir sesle: 'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasılyaşayacağız.' diye haykırdı. Bunun üzerine babam: 'Bir müddetsabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi . Gittiğim özel okuldan ayrılmış,bir devlet okuluna yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyiumarken, babam elimden tuttu, 'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.'dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geridekaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geridekaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü. İsyan dolubakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra,yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamandanazlı bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça sakin bir şekilde:'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Babam her sabaherkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu. Döndüğünde ise küçükodaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradangözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilipbabamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde debir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı:'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.' Babamın dediği gibioldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç yıl sürdü. Bir gün babameve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi. Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı.Her birimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız günden beri ilkdefa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı. 'Bugün, benim içinne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi,gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimizehediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıpyanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa o turdu. Cebinden gazeteyesarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içindebabama bakıyorduk. Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bugözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam,beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı.Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı. Hepimiz şok olmuştuk, tek kelimebile söylemeden bekledik. Babam nihayet kendisini topladı ve 'Bir zamanönce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yenidençalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımıödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermedenayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise,Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcumkalmadı." dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeniçoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hemde bir ibret nişanesi olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana:'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.'diyor". Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenengözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayranhayran baktı. "Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydımöyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhaldeçıldırırdım." Selim Beye döndü ve "Siz ne yapardınız?" diye sordu. SelimBey kendisine has tebessümü ile: "Bir müddet zeytin yerdim, sonra..." dedive gülümsedi. O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde birkutuyla içeriye girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı. SelimBey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı. 'Buyurun, yıllarcasize vermek istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygulariçerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içinikutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı. Keseden birkaç tanecumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmışkâğıdı açıp okumaya başladı. Sevgili Mehmet Bey oğlum, Bazenistediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu... Tahsil hayatınızboyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altıayında size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarımayeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla sizeborçlandım ve borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdıraplaödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum. Zirasevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememeninızdırabıyla kaç gece ağladım onu Rabb'im bilir. Her neyse, bursunuzutarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir. Bunlarelinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.Sevgilerimle, Nazif Cebeci. Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı. Bubüyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor,ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarındanyaşlar süzülüyordu. Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyazportresine baktı. Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefersevinçle bakıyor gibiydi...

0 yorum: